“Ayetlerin Işığında”

“Bir ayet bir yorum” logosu altında yazı yazmaya başlayalı üç yıla yaklaşmış.

Bir ömürde üç yıl hiç de az değil. Nefeslerimizden hesaba çekileceğimiz göz önüne alınırsa, yılların değeri daha bir anlaşılır.

Bu süre boyunca bu köşede 150’yi aşkın makale yayınlamışız. Bunlarda imandan ibadete, siyasetten ticarete, sanattan çevreye kadar hayatın temel alanlarından söz etmişiz.

Bendeniz, eskiden gazete makalelerinin kitaplaşmasına sıcak bakmazdım. Ta ki okurlarım ve dostlarım beni bunun yararına inandırıncaya dek. Kimi okurlarımdan bu konuda hep ısrarlı mesajlar almışımdır. Bunlar arasında bizi “Kesilmiş kupürlerden kurtar” diyenler de var. Beni iknada en etkili örneği bir okur dostun davetinde yaşadım.

Davetin ardından o okur, yazılarımdan oluşan gazete kupürlerinden oluşmuş bir klasör açtı. Bu kupürlerin kimi satırlarının altı çizilmekle kalmayıp, yanlarına not düşülmeye çalışılmış. Düşülmeye çalışılmış, ama düşülememiş. Çünkü gazetede yayınlanan makalelerin kenarında yeterince yer yok.

İşte bu olaydan sonra makalelerimin kitaplaşmasına sıcak bakar hale geldim. Yayınlanmış makalelerimi ince ve ayrıntılı bir elemeden geçirip, tabir caizse kendi kendimin “Molla Kasım”ı olmaya çalışarak onları -zor da olsa- ayıklamak zorunda kaldım. “Şu şu makaleler zamanın altında kalmamış, zamanın sırtına binmişler” dediklerimi kitaba aldım.

Bugünlerde işte böyle bir doğumu daha yaşıyorum. Başlık bu yeni doğan kitabın adını taşıyor: Ayetlerin Işığında.

Ayetlerin Işığında’yı elime alıp sayfalarına göz gezdirdiğimde, bir şeyi daha fark ettim: Çok çabuk unutuyoruz. Sahiden, ne kadar unutkan bir millet olduk. Asla unutmamamız gereken ortak sancılarımız, acılarımız, bize yaşatılan ıstıraplar, çileler, kederler?

Ama bakıyorum da, bütün bunları sanki hiç yaşamamışız gibi davranıyoruz. Hafızamızın bize ettiğini bazen düşmanımız bile etmiyor. Ve belki bize düşmanlık edenlerin en büyük sermayesini bu hafızasızlık oluşturuyor. Onlar en çok buna seviniyorlar.

Kur’an şairi ve asrın yüz akı Akif’imiz öyle diyordu ya: “Hiç ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi?” Sevincin ve mutluluğun tekerrürü olsa, buna kimin itirazı olur? Ama yakın tarihin tekerrürü, acının ve ıstırabın tekerrürü olur. Dolayısıyla bunlar tekerrür etmemeli, buna izin verilmemeli. Ama nasıl?

Elbet hafızalarımızı tazeleyerek? Bazı şeyleri kâğıtlara değil kalplerimize ve kafalarımıza yazarak? Yazmak ne demek, kazıyarak, eskilerin eskimez ifadesiyle “hak ederek”?

Bana bunları hatırlatan Ayetlerin Işığında’nın sayfaları arasında dolaşırken, işte böyle bir yanı daha keşfettim. Ve neden “zikr”in tüm vahiylerin ortak sıfatı/adı olduğunu bir kez daha kavradım. Zikr, yani “hatırlama”, “hatırda tutma”, “hatırlatma”.

Tüm vahiyler insana “hafızanın”, “öğrenmenin” değerini hatırlatan uyarılarla dolu. Çünkü unutmanın en büyük zararını yine insanın kendisi çekiyor. Kendisini unutuyor, fıtratına nakşedilmiş olan hakikati unutuyor, Rabb-i Rahimini unutuyor. Şeytanın beden ülkesinin başkenti olan yürekteki iktidarına giden yol bu sayede açılıyor. Onun yolu açılınca, şeytanın dostları bir asker daha kazanmış oluyorlar.

Birbirimize unutmamamız gerekenleri hatırlatırsak, birbirimize nazil olmuş birer ayet olmanın sırrına erdik demektir. Bize kendisini görünce Resulü, yaptıkları güzel davranışlarıyla salih ameli, güzel ahlakıyla iyi olmanın ödülünün bizzat “iyi olmak” olduğunu hatırlatanlar. İşte bunların hepsi Allah’ın bize nazil ettiği insan suretindeki ayetlerdir.

Ayetlerin Işığında, hatırlamayı hatırlatırsa, ne âlâ.

NOT: Kadir Gecesi boyunca Sultanahmet fuarında okurlarımla birlikte olacağım.

 

Yorum Yaz