”Onların cenazelerini kılma…”

İmamlar Gürüz ve Alemdaroğlu türünden dine ve “imamlık” gibi dini makamlara hakaret eden kimselerin cenazelerini kılmakla mı görevlidirler, kılmamakla mı?

Bu konuyu Kur’an’a danıştığımızda, Kur’an ne cevap verir?

Evet, sorular bunlar. Bugünlerde hararetle tartışılan konuyu biz de, sorabileceğimiz en yükse mercie, yani vahye sorup cevabını alalım.

Peygamberimiz döneminde, buna çok yakın bir olayla karşılaşıyoruz. Olayın merkezinde Abdullah b. Ubey b. Selul adlı kişi yer alıyor.

Kim Abdullah b. Ubey?

Kendisinin her daim Müslüman olduğunu söyleyen biri… Hatta beş vakit namaz kılan biri. Dahası da var: Bu namazları Allah Resulü’nün arkasında, Mescid-i Nebevi’de kılan biri.

Fakat söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmuyor. Dengesiz. Bir keresinde adamlarıyla birlikte savaştan sıvışırken görüyoruz onu. Bir başka seferinde Hz. Peygamber’in eşine yapılan iftirayı yayarken.

Adamın derdinin kaynağı aslında biliniyor. Makam delisi o. Bütün yanlışlarının temelinde makam sevdası var. Çünkü Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti sırasında o tam da şehrin “kralı” olmaya hazırlanmaktaydı. Hz. Peygamber’in gelişiyle onun başkanlığı suya düştü. Bu onda bir hınca dönüştü.

Ömür boyu bunu unutmadı.

Fakat bu adam ölüm döşeğinde bir vasiyet yapmıştı. Müslim ve Nesâi’nin naklettiği bir haberden öğrendiğimize göre, cenaze namazını Resulullah’ın kıldırmasını vasiyet ediyordu. Dahası, Resulullah’ın gömleğinin kendisine kefen olarak sarılmasını da vasiyetine ekliyordu.

Görüyorsunuz ki Abdullah b. Ubey ahireti inkar etmiyor. Ahireti inkar eden biri hiç öldükten sonra böyle şeylerden medet umar mı? Resulullah’ın hırkasıyla kefenlenmeyi ister mi?

Resulullah da onun bu isteklerini reddetmiyor ve öldüğünde biraz da onun çok sevdiği oğlu Abdullah’ı memnun etmek için cenaze namazını kıldırıyor. Bunun anlamı şu: Resulullah onun affı için Allah’a dua ediyor ve ettiriyor. Tabi ki gömleğini de kefenlenmesi için veriyor.

Fakat ne mi oluyor?

Bunun üzerine Resulullah’ı bir daha böyle yapmaması için uyaran şu ayet iniyor:

“Bir daha onlardan ölen kimsenin cenaze namazını asla kılma ve sakın mezar başında da bulunma: Çünkü onlar Allah’ı ve elçisini inkara yeltendiler ve bu günah içinde öldüler.” (Tevbe 84)

Gürüz’ün beyanını okuduk: “Vahyi akıldan önde tutanlar..” diye başlıyordu hakaretine. Bu cümleyi söyleyen birinin İslam’la ilişkisi kalmamıştır.

Elbette inanıp inanmamak kişinin kendisine kalmıştır. “Dileyen iman eder, dileyen küfreder” diyor vahiy. Küfrü seçeni zorla mümin etmek kimseye düşmez. “Dinde zorlama yoktur.” Zaten zorla olan iman, iman değildir.

Peki, inanıp inanmamak onun bileceği bir iştir de, Abdullah b. Ubey türü birinin cenazesini kılıp kılmamak da imamın bileceği bir iş midir?

Ayete bakarsanız hayır. İmamın bileceği bir iş değildir. Allah sözünü söylemiştir. Söylenen bu söz elbette geçmişe değil geleceğe yöneliktir. Değilse artık onun cenazesi kılınmış ve bitmiştir. Ama onun türünden olanların bundan böyle cenazesini kılmaması emredilmektedir Hz. Peygamber’e ve O’nun makamına geçen tüm imamlara.

Şöyle bir soru sorulabilir: Ya cenazesini kıldıran imam onu mümin bilerek kıldırıyorsa? Bu durumda ona bir vebal terettüp etmez. Fakat hem mümin olmadığını bilip de hem de cenazesini kıldırmak, Allah’la alay etmektir. Çünkü cenaze rahmet duasıdır. Vahiy kimlerin Allah’ın rahmetini umamayacağını bildirmiştir. Bu durumda, Allah’ın rahmet etmeyeceği birine ille de rahmet istemek kimin haddine?

Yorum Yaz