4816 sayılı “koruma kanunu” AB mevzuatına uygun mu?

Birilerinin birilerine hakaret etmesinden zevk almak için anormal bir kişiliğe sahip olmak gerek.

Bu herkes için böyle olduğu gibi Mustafa Kemal Atatürk için de böyledir. Ben bu ülkede, Mustafa Kemal gibi eski bir devlet adamına insanların hakaret etmek için sıraya gireceğine inanmıyorum.

Bu bir vehim, daha moda bir ifadeyle “paranoya”.

O kendisi hayattayken, adını ölümünden sonra “kanunla koruma altına alma” gibi bir eyleme girişmemişken, daha sonra gelen birileri onun adına onu “kanunla koruma altına alınmaya muhtaç” biri olarak görmüş. Bu sadece hukukun evrensel ilke ve prensiplerine aykırı değil, aynı zamanda Mustafa Kemal’e hakaretin ta kendisidir.

Kamuoyunda öteden beri “Koruma Kanunu” olarak bilinen 5816 sayılı “Atatürk aleyhine işlenmiş suçlarla ilgili kanun”un bizzat kendisi, aynı kanunun suç saydığı fiili işlemektedir. Bu işin mantıki boyutu. Tabiî ki eğer bu ülkenin kanunlarını yaparken aklın ve mantığın evrensel ilkelerine uymak gibi bir gereklilik varsa.

Bir de işin hukuki boyutu var ki, o meseleyi daha da garip hale getiriyor. O gariplik de, dünya hukuk literatüründe ölmüş bir siyasi kişilik için çıkarılmış özel bir “koruma kanununa” rastlanmazken bu ülkede hâlâ böylesi kanunların bulunuyor olması.

Evvelen bu başta TC Anayasası olmak üzere tüm anayasaların esasından olan “kişilere göre kanuni düzenleme yapılamaz” haklı ve doğru ilkesine aykırı. Saniyen, kişilerin kişiliklerine yönelik haklar pozitif hukukta kişiler ölünce biter. Öldükten sonra o kişiyi hâlâ yaşıyor kabul etmek, pozitif olmaktan da öte pozitivizmin dünyadaki militanlığını yapma iddiasındaki bir ideolojiye yakışır mı? Bunun neresi pozitivizm? Bu hukukun neresi pozitif hukuk? Böyle bir hukuk mantığını “romantizmle” bile izah etmek mümkün değildir. Olsa olsa bu “fetişizm” ya da ilkel toplumlardaki “animizmle” açıklanabilecek bir durumdur.

Pozitif hukukla ilgilenenler bu durumu, biz sade vatandaşlara ‘akılcı’, ‘çağdaş’ ve ‘bilimsel’ bir şekilde izah etmek durumundadırlar. Eğer bunu pozitif hukukun genel ilkeleri içinde açıklayamıyorlarsa, 5816 sayılı kanunu esastan tartışmaya açmalıdırlar. Bu hukuk adamlığı nosyonuna sahip herkesin, ihtisas alanına karşı namus borcudur.

Hadi diyelim ki 5816 sayılı kanun, bazılarının darbeye maruz kalmasını hoş göstermek için hilaf-ı hakikat bir şartlanmışlıkla “gerici” olarak nitelediği Menderes başbakanlığındaki DP iktidarı döneminde (1952), ‘konjonktürün zorlaması (doğrusu zonla(n)ması) sonucu’ ortaya çıktı. Peki çıktığından 50 yıl sonra hem esastan hem usulden ‘evrensel hukuk normlarına’ aykırı olan bir kanun hâlâ nasıl tartışılmadan yerli yerinde durabiliyor?

DP iktidarı döneminde Meclis’te 5816 sayılı “koruma kanunu” oylanırken nasıl da hararetli tartışmalar olmuş. O günkü zabıtlardan bu tartışmaları okuyunca, az da olsa o Meclis içinde de akl-ı selim sahibi hak-hukuk bilir zevatın olduğunu anlıyoruz.

Onlar daha o günden, ileriki yıllarda bu kanunun muhalifleri tasfiye aracı olarak nasıl Demokles’in kılıcı gibi kullanılacağını sezmişler. O zabıtları bulup mutlaka okuyun. Orada yapılan itirazların hepsi fazlasıyla gerçekleşti. Bu esastan ve usulden hukuka aykırı, üstelik mantiken savunulacak bir durumu da bulunmayan yasa, o gün bu gündür hep resmi ideoloji ve rejim muhaliflerini temizleme aracı olarak kullanıldı.

Türkiye, resmi ideoloji yanlısı muhafazakar güçlerin tüm engellemelerine rağmen hukuk müktesebatını AB’ye adaylık dolayımında ‘makulleştirmeye’ ve ‘hukukileştirmeye’ çalışıyor.

 

Peki bütün bu hazırlık sürecinde sıra 5816 sayılı kanuna niçin bir türlü gelemiyor? Bunun sebebini bilen var mı? Avrupa Birliği’ne uyum sürecini kontrol eden odaklar 5816 sayılı yasayı görmezden mi geliyorlar? Yoksa görüyorlar da, bize özgü bir mantıkla “O kadar kusur kadı kızında da olur” mu diyorlar? Daha vahimi, ideolojik ‘akrabalık’ gayretiyle “Birazcık hukuk dışılıktan bişecikler lazım gelmez” tavrını mı takınıyorlar?

Oysa bu kanun, “yargının bağımsızlığı” sorununun tartışılıp, ondan bir beter olan “yargının yansızlığı” sorununda boğazına kadar ‘resmi ideolojiye’ gömülmüş bir yargı erki elinde, can yakmaya devam edecek. Bu kanun bahane edilerek resmi ideolojiye yönelik her tür eleştiri daha dile getirilmeden “yasak” duvarına toslayacak. İnsanlar geçmişte olduğu gibi mağdur olmaya devam edecekler.

Haydi diyelim ki bu konu, Ak Parti’ye karşı hassas olan çevrelerden dolayı hükümetin üzerine gitmekten çekineceği bir konu. Peki, bu ülkede hükümet dışında ‘hukukun evrensel normlarını’ gözeten etkili ve yetkili hiçbir kurum ve kuruluş yok mu? Onların sesi ne zaman çıkacak?

Türkiye bu tür hukuk ayıplarıyla daha nereye kadar yaşamaya devam edecek?

 

Yorum Yaz