Bir millet ki putunu kendi yapar, kendi tapar!

Şu insanoğlu garip varlık. Yücelince melekleri geçiyor, alçalınca şeytan bile yanına besmeleyle yaklaşıyor.

Ne diyordu ortak aklımız olan şerefli Kur’an’ımız: “Kendi kendine yettiğini zannetmeye görsün; insanoğlu mutlaka azar.” (96.6-7)

İnsan “keramet” sahibi bir varlık. Yani, yaratılmışlar içindeki potansiyel değeri çok yüksek. Bunun anlamı ne mi? Şu: Kokuşunca, değeri düşük şeyler gibi kokmuyor. Dayanılmaz oluyor. Güç ve yetki alanına göre mahalleyi, şehri, hatta ülkeyi, dahası tüm dünyayı kokutuyor.

Bir salatalığın kokuştuğunu düşünün, bir de etin. Kokuşmuş ve çürümüş salatalık, değil bulunduğu yeri kokutmak, iyice yaklaşmayınca sizi kendisinden haberdar dahi etmez. Ama ya et kokuşursa. Allah muhafaza, burnunuzun direği kırılır. Kırk günlük yoldan alırsınız pis kokuyu. Ben buradayım diye bas bas bağırır.

İkisi arasındaki fark ne? Elbette potansiyel değer farkı. Et protein deposu, salatalıksa muhteviyat açısından tam bir fukara. Yanisi belli: Değerli şeyleri boş bırakmaya gelmez. Eğer yaratılış amacı doğrultusunda kullanılmazsa, kokuşur. Kokuşursa ortalığı berbat eder. Potansiyel değeri ne kadar yüksek olursa, kokuşunca verdiği rahatsızlık ve yaydığı tehlike de o kadar büyük olur.

İşte insan da böyle… Potansiyel değeri çok yüksek… Bu potansiyeli yaratılış amacına uygun kullanırsa “yaratıkların en şereflisi” olur, “en güzel varlık” olur; değilse, yine Kur’an’ın dediği gibi “aşağıların aşağısı” olur, “hayvandan da aşağı” olur.

Yaratılış amacı kulluktur. Allah’a kul olduğunu unutup da kulları kendisine kul etmeye kalkınca, kokuşur. Etrafını da kokutur. Eğer bir ülkenin başına koysanız, koca ülkeyi kokutur. Güce tapar ve gücüne taptırır. Sapar ve saptırır.

Alın size -son versiyonundan- bir örnek.

Saparmurat Niyazof’un yüzüklerini duydunuz mu? Hepsi pırlanta yüzükler bunlar. Tanesi ortalama 200 bin dolardan tam 31 yüzük. Ayrıca tanesi 80-100 bin dolar arasında değeri olan 38 yüzük.

Hemen “atmışlar” diyenin, kendisi atmış olur. Çünkü bu rakamları veren Türkmenistan eski Dışişleri Bakanı ve bilahare Pekin Büyükelçisi ve 11 Eylül sonrasında icazetli muhalif Boris Şıhmuradov.

Saparmurat, 99’da kendini meclis kararıyla “ebedi şef” seçtirmiş. Ömür boyu. Kendine ülkede “beyaz saçlı ferişteh (melek)”, “büyük önder”, “uca (yüce) serdar” dedirtiyor.

O göründüğü zaman akan sular duruyor. Yediden yetmişe herkes hazır ola geçiyor. Televizyondaki silueti karşısında bile, kıyama duruyor insanlar.

“Milli şef” Saparmurat başkentin ortasına 180 milyon Manat’a mal olan bir heykelini diktiriyor. Bütün ülke seferber oluyor ve her taraf onun heykelleriyle donanıyor. Millet sefalet içindeymiş, kime ne? Ekmeksiz olur, heykelsiz olmaz.

Yo, olay burada bitmiyor. “Saparmurat” derler onun adına. Bu öyle az buz bir sapma değil. Öyle bir sapıyor ki, benzerleri yanında yunmuş yıkanmış kalıyor. Kur’an yerine bir “kutsal kitap” hazırlatıyor. Ülkeye giren herkesin eline daha havaalanında tutuşturuyorlar bu “Saparmurat Kitabı”nı. Bu sapık kitaba Kur’an muamelesi yapılmasını istiyor. Her diktatörün ülkesinde olduğu gibi “milli yağcılık” moda oluyor. Milli yağdanlıklar pıtrak gibi çoğalıyor. Her otele, her kamu kurumuna konuyor. Hatırlayın, bir zamanlar da Afrika’nın en akıllı (!) diktatörü Kaddafi merak salmıştı bu kitap işine. Yeşil Kitab’ı şimdi kaç kişi hatırlar?

İnsan azmaya görsün. İnsan kendini Firavunlaştırmaya görsün. İnsan kendi kendine yettiğini sanmaya görsün. Ve dahi insan Allah’a kul olmak yerine Allah’ın kullarını kendine kul etmeye görsün. Onun yapmayacağı çılgınlık, irtikap etmeyeceği zulüm ve günah yok.

Yorum Yaz