Ahlaksız güç, güç değildir

Bir önceki yazımız şöyle bitiyordu: “Senaryoyu tümden reddedecek veya değiştirecek gücünüz yok.”

Peki, “rol almak” yerine “rol çalmak” da mı mümkün değil? İşte bunun cevabını, gelecek yazıda ele alacağımız “oyunun dışında kalmayalım” diyen Müslümanların feraset ve basireti belirleyecek.”

Türkiye’de, “Oyunun dışında kalmayalım” diyen bir kadro işbaşında. Zaten “Ben bu oyunu oynamıyorum” derlerse orada kalamazlar. Doğrusu onlar olmayınca, bu oyun yarıda kalacak gibi de gözükmüyor. Yerlerine geçmek için, pusuda bekleyen başka talipliler de var.

Beri yandan, hegemonik güç çok kararlı. Oyunu kurmuş, kendine oyuncu arıyor. Uygun oyuncu bulamazsa, yerine oduncuyu koyar “oyuncu” diye oynatır. Nitekim bu yöntem daha önce defalarca denendi. S. P. Huntington gayet açık konuştu. Adam “İslam dünyasına bir eksen lazım” diyor. Eksen olabilecek 13 ülke tesbit etmiş. Hepsini farklı gerekçelerle bir bir elemiş. Bu rolü oynayacak tek ülkenin Türkiye olduğu sonucuna varmış.

Fakat Türkiye bu rolü oynamakta ayak sürüyor. Çünkü bu ülkenin protez bacakları olan laisizm ve Kemalizm’in miadı dolmuş. Bu protezlerin bu ülkeyi taşıyacak gücü yok. Ya Kıta Avrupası menşeli bu bacaklar sökülüp yerine “Made in USA” markalı yenileri monte edilecek, ya da ülke kendi içinden kendisine yeni bacaklar edinecek.

Küresel güç birinci yöntemi tercih etmeyecek kadar gerçekçi. İkinci yöntem ise riskli. ABD bu riski kendine göbeğinden ve aklından bağlı derin güçler aracılığıyla “yönetmeye” çalışıyor.

Bir biçimde dahli olan (muhtemelen kendi eseri olan) “tesettür yasağı”, şimdilerde bu riski yönetmenin enstrümanlarından biri. Önce Soros’un, Sonra Huntington’un üstlerine hiç de lazım değilken (!) sözü başörtüsü yasağına getirip “Türkiye’nin laikliği militanlaştırdığını” keşfetmeleri boşuna değil. Bu sorun, onlar içerideki “derin” uzantılarına göz kırptıkları zaman bitecek. Hükümet yetkililerinin “mutabakat” nakaratına bakıp siz bu mutabakatın milletle, partilerle, hatta muhalefetle sınırlı olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu “mutabakat” hikayesinin arkası bayağı karanlık. Ve bütün bunlar uzun fetretin sonuçları. Bu ülkede adına “devlet” demeyi hak edecek bir organizasyonun olmadığını, bu ülkede uzun süredir bir “fetreti” yaşadığımızı yıllardır yazıp duruyorum.

Hegemonik güç, Türkiye’ye biçtiği rolün riskini sadece “derin” güçlerle değil, aynı zamanda Cumhurbaşkanı ile de yönetiyor. Yani ABD’nin verdiği mesaj açık: “Herkes ayağını denk alsın; ya sizli ya da sizsiz, bu oyun oynanacak!”

Oyunu oynamada gönülsüz davranıp “yerim dar” diyeceklere alan açıyor. “Kadife devrimler” ile başlayan sürece ve “ölümü” görüp hastalığa razı olan diğerlerine bakınca olay anlaşılıyor. Sorunlu bölgelerde bunu yapmak için anafor oluşturuluyor. Bu anafora kapılanlar, kendilerine sahip çıkamıyorlar ki, götürülen “mala” sahip çıksınlar. Malı götürene gün doğuyor. Bütün bunların karşılığında kitlelere tumturaklı vaatler yapılıyor: Ekonomik refah, özgürlükler, demokrasi? Bunlar oyuna dahil olmanın ücreti veya rüşveti olarak sunuluyor.

Bu arada çoğunluğunu malum sermayenin oluşturduğu küresel medya kartelleri, senaryonun insanlık için tek muhtemel senaryo olduğuna 6,5 milyarı inandırmaya çalışıyor. Bir yandan da “yerküreyi anlam ve değerden arındırma operasyonunda” rol alıyor. Uğruna savaşmaya ve ölmeye değer her şey hedef alınıyor ve kitleler böyle bir değer olmadığına inandırılmaya çalışılıyor. Sahici değer kaynaklarını kurutmak için savaş açılırken, öte yandan küresel sentetik din üretimine, sahte mehdi ve Mesihlere yatırım yapılıyor. Sonuç, anlamsızlığın zaferi? Küresel güç bunu, kendi zaferi olarak kutlamaya hazırlanıyor.

Hegemonik güç şu gerçeği çok iyi biliyor: İslam, insanlık için daha iyi bir senaryo vaat ediyor. En büyük meselesi, bu senaryoyu İslam’a yazdırmamak. Bunun için de, İslam için oturup kendisi senaryo yazıyor.

“Madem öyle, bizsiz olmasın” diyen bir kısım Müslümanlar, şu anda hükümet etme makamındalar. Ya verilen rolü alacaklar, ya da kendilerine uygun rolü çalacaklar. Bu ikincisi ehveni şer. Çünkü, çaldıkları bile onların senaryosuna dahil. Nihayetinde çok riskli.

Hali hazır durum, Müslümanların her iki kesimi için de bir handikaplar ve nadiren fırsatlar anaforu. Bu anaforda güç kullanma yöntemini seçen Müslüman kesimler en riskli alana oynuyorlar. Açıkçası, muhalifken Müslümanlar şiddeti yönetemiyorlar, imanlarının gerektirdiği güç ahlakından yoksun kalıyorlar. Dün böyle değildi. İmam Şamil’in Kafkaslarda, Şeyh Abdülkadir’in Cezayir’de, Senusiler’in Kuzey Afrika’da verdikleri mücadelede güç ahlakı vardı. Şimdikilerde yok. Bu sadece güç kullanan çizginin dini anlayışı “yeni selefilik” olduğu için değil, aynı zamanda düşman güçlerin Müslümanları terörize etmede başarılı oldukları için böyle oluyor. Bu yöntemin birincisinden daha riskli olduğu tartışılmaz. Sözün özü: Ahlaksız güç, Müslümanları baştan ve dahi yoldan çıkarıyor.

Peki, üçüncü bir yol var mı? Elbet var, onu da bir sonraki yazıda konuşalım.

Yorum Yaz