Aklı başında adamdan vali de olabiliyor demek ki

Bürokrasinin sevdiği tipler genelde “vasat”, “düz” ve iddiasız tiplerdir. Bu ölçüye uymayanlar, “sorunlu tip” kategorisine sokulup icabına bakılır.

Genellikle öyle derler: Bürokrasi zekâ seviyesi normalin üstünde olan, cins kafa ve akıllı adamı sevmez. Zaten -yine genellikle- zekâ seviyesi normalin üstünde olan, cins kafa ve akıllı adamlar da bürokraside barınamaz.

Bu ülkenin makûs talihidir bu. Bu günleri planlayanlar, suyu baştan bulandırmışlardır. Bağlantılar yanlış yapılmıştır. Artı eksiye, eksi artıya bağlanmıştır. Atın önüne et, itin önüne ot konmuştur. Böylece atın devamlı kişnemesi, itin de havlaması sağlanmıştır. Kişneme ve havlama seslerinin keşmekeşinde işi bitirmek, malı götürmek, tepede oturmak, istediğini göğe kaldırıp istemediğini çamura batırmak mümkün ve kolay hale gelmiştir.

Bu yazıyı bana her nasılsa bürokrasi eleğine takılmadan geçebilmiş kafası normalin üstünde çalışan Cengiz Aydoğdu beyefendi yazdırdı. Sadık bir dostun yolladığı mesaj olmasa, olaydan haberim olmayacaktı.

Turizm konusundaki harc-ı alem ve basmakalıp klişeleri aşan adam akıllı sözlerini okuyunca, aklıma merhum Recep Yazıcıoğlu’nun, Adnan Kahveci’nin, bürokrat Hasan Celal Güzel’in geldiğini hemen söylemeliyim. İçimden “Al işte bir tane daha” dedim. Kendi kendime sormadan da edemedim: “Dur bakalım buna ne pösteki saydıracaklar?”

Sıra dışı vali, TOBB’un Artvin’de düzenlediği toplantıda bir konuşma yapmış. Konuşmada söyledikleri Milliyet gazetesini rahatsız etmiş. Bu iyi haber. Eğer bir şey Milliyet gazetesini ve onun sakal tıraşı için Fransa’ya giden yazarını rahatsız ediyorsa, bu daha daha iyi haber. Ve Milliyet yeniçerisi, “valinin kellesiniisterüz!” makamından cellâtlığa soyunmuş.

Peki, Milliyet gazetesini rahatsız eden sözler neymiş? İşte şunlar:

“Bugün Karadeniz ile ilgili çok yanlış bir şey konuşuluyor. Yayla turizmi! Müslüman Türk kültürünün yaşandığı bir tek yaylalar var, oraları da mı turizme açalım? Yaylaları kaybedersek şayet, turizmden kazandığımızı kaybettiğimize kıyaslarsak, kaybettiğimiz çok fazladır.”

Vali bey buna, şu herkesin bildiği doğruları da eklemiş: “Dünyada turizmle kalkınmış ülke yok. Turizm kalkınmış ülkelerin harcıdır. Uzakdoğu ülkelerini saymıyorum, onlarınki çok farklı bir turizmdir. (Yani 17 aylık olmasa da 8-10 yaşındaki kız çocuklarının seks kölesi olarak pazarlandığı kerhaneci turizmini kastediyor. A.Ç.) Turizm, ülkelerin açtığı imkânlara göre gelir. Öbür türlü çok fantezi turizmi yapılabilir. İşte dağ turizmi, yayla turizmi gibi. Ama bunlar kesinlikle kalkınmada bir kalem teşkil etmez.” Ve sözlerini şöyle bağlamış: “Bir düşünün, Akdeniz sahillerinde turizmden kazandığımızı düşünün. Uzun vadede bir de kaybettiğimizi düşünün. İnanın değmez.”

İşte Milliyet’in manşetten linçe tabi tuttuğu valinin sözleri bunlar. Milliyet’in manşetten yaptığı ne? Gazetecilik mi, cellâtlık mı?

Bir: Daha turizm gibi dünyanın her tarafında tartışılan bir sektörü tartışmaya tahammül edemiyorsunuz. İki: Ezberinizi bozan şeyler karşısında bilinçaltınızdaki bedevilik olan linç kültürüne başvuruyor, elinizde tuttuğunuz gazeteyi cellat satırı gibi kullanıyorsunuz. Üç: Bir salonda yapılmış alternatif bir tezi, sırf ideolojik ve hayat tarzı yobazlığınızla tartışmadan mahkum ediyorsunuz.

Siz nasıl aydınsınız? Siz nasıl gazetecisiniz? Siz kimin Milliyet’indensiniz? Tamam, Anayasa’nın ilk üç maddesi dogma, resmi ideoloji dogma, kurucu irade dogma, altı ok dogma, laiklik dogma, hatta sol elle yemek doğma, zina, içki, çıplaklık hepsi resmi doğma. Tartışılamaz, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

İyi de, turizm de mi doğma be birader?

Bu ülkede, ağız tadıyla turizmi de mi tartışamayacağız? Bir vali, siz varsınız diye, sorumluluğu altındaki bir ilin turizmi hakkında üç-beş kelam edemeyecek mi? Düşündüklerini söyleyemeyecek mi? “Söyletmen-vurun” tavrı babanızdan mı miras kaldı?

Bana göre vali yerden göğe haklı. Turizm konusunda söylenecek çok söz var. Başta Türkiye’nin bir turizm politikası yok. Gözünü para hırsı bürümüş “ne olsa pazarlarım” diyen bir uyanık tezgâhtar gibi davranıyor. Türkiye’nin turizm politikası devlet rantçılığına dayanıyor. Derenin taşıyla derenin kuşunu vurup yan gelip yatmak. Ama bu bir ahlak problemi. Vatandaş yaparsa kötü de,

Türkiye’de turizm “yağma Hasan’ın böreği”dir. Turizm tabu ya! Turizm deyince akan sular durur ya! Turizm adına ne yerseniz caiz ya! O halde, her türlü ahlaksızlığı, arazi yağmasını, kıyı talanını, tabiat katliamını yapmak sizin atadan kalmış hakkınızdır.

Bizdeki anlamda turizm, bir zehirli gelir kalemidir. Evet, hiçbir ülke turizmle kalkınmaz. Bunun örneği yok. Kalkınmış ülkeler “turist” çekerler. Gerisi mi. Ya Uzakdoğu gibi açık genelev olurlar, ya Türkiye gibi “züğürt ağa”.

Bazılarının derdi “FİYAT”tır. Onların satamayacağı şey yok. Ne bulurlarsa satarlar. Çünkü değerleri yok.

Bazılarının derdi “DEĞER”dir. Onlar değerlerine fiyat biçtirmezler. Şahsiyetleri, kimlikleri, kutsalları vardır. Her şey satılık değildir.

Şimdi anlıyor musunuz, vali ile onu manşete çekenler arasındaki büyük farkı?

 

Yorum Yaz