Aklı karışıklar için kılavuz

İslam Medeniyet havzasında yetişen Yahudi allame Musa b. Meymun, Delaletu’l-Hâirîn (Aklı Karışıklar İçin Kılavuz) adlı eserini yazalı 8 asır olmuş.

Yahudi ilahiyatına ve fıkhına dair bu eseri “ikinci Musa” lakaplı İbn Meymun, yoldan çıkmış veya yoldan çıkmak üzere olan dindaşları/ırkdaşları için kaleme almıştı.

Merak ettiğim şu: Yahudilerin, Hıristiyan işgali altına giren Endülüs’ten sürülüşünde, aklı karışıklar tayfasının rolü ne kadardı? Merakımın asıl nedeni, bu ülkenin “aklı karışıklar” tayfasının, bu topraklar üzerindeki tahribatı. Bilim adına hiçbir uluslararası başarıya imza atamamış, bu ülkenin cins beyinlerini entelektüel katliama tabi tutmuş bir prematüre ideolojinin müntesipleri, müfredattan “Yaratılış”ı kaldırmak için kampanya açmışlar.

Bizde bilim böyle oluyor: “Arkanda kimse yok, birincisin” mantığı anlayacağınız. Onlar, bir 19. yüzyıl hurafesi olan “pozitivizmde” takılıp kalmışlar. Hipotezlerini ispatlamak yerine, her zamanki gibi, zorbalığı “bilim” sosuyla yedirmeye çalışıyorlar.

Fakat tutmuyor. Hakikat tinerini yiyince, sentetik boyanın foyası meydana çıkıyor. Altından Allah’ın boyası çıkıyor: “…Ve kim vurabilir Allah’tan daha güzel boyayı!”

Bu ülkeyi kokutan, işte bu kafa. Bu kafanın tek amacı var: Hayatı Allah’sızlaştırmak. Allah demek “anlam” demek olduğuna göre, bu kafa hayatı anlamsızlaştırıyor. Anlamından soyutlanmış hayat, tüm kötülüklerin kaynağıdır. Anlamsız bir hayat yük, anlamsız bir insan hiç, anlamsız bir dünya canlı cenazelerin meskun olduğu mezardır.

Bu kafaya sahip siyasetçiler, siyaseti Allah’sızlaştırmaya kalkarak siyaseti kokutuyor. Allah’sızlaştırılan siyaset hem anlamsızlaşıyor, hem ahlaksızlaşıyor. Ahlaksız siyasetin ceremesini yönetilenler çekiyor. Bu kafaya sahip akademisyenler, bilimi Allah’sızlaştırmaya kalkıyor. Allah’sız bilim, caninin eline tutuşturulmuş silaha dönüşüyor. Aynı kafaya sahip hukukçular, aynı şeyi hukuk için yapıyor. Ve hukuk “adalet” değil “zulüm” aracı oluyor.

Bu ülkenin okullarında “yaratılış”ın öğretilmesinden rahatsız olanlar, “küfür” önyargısıyla hareket ediyorlar. Eğer iman önbilgisiyle hareket etselerdi, “sonradan olan” değil, “peşinen bulunan” anlamına gelen “vicdan”ları birazcık olsun sızlardı.

İman önbilgidir, inkarsa önyargı. İnanmak için “marifet” (bilme, tanıma) ön şarttır. Kişi bu yüzden bilmediğine inanamaz. Ama inkar için hiçbir ön şart yoktur, cehalet yeter.

İman sevgiye benzer, inkar ise nefrete. Sevgi pozitif bir şeydir, nefret negatif. Sevgi insanı artırır, nefretse insana hiçbir şey katmaz. Tıpkı bunun gibi, iman özü itibarıyla pozitif bir değerdir, inkar ise negatiftir.

İman artmak, inkar eksilmektir. İman değer katar, inkarsa hiçbir değer katmaz.

İman hatırlamak, küfür unutmaktır. Hatırlamak geri kazanmaktır, unutmaksa kaybetmek ve azalmaktır. İman eden, vicdanında peşinen var olan “hudurî bilgi”yi hatırlamış sayılır. İmanla hatırlanan varoluşsal emanettir, inkarla unutulan var kılınan “ben”dir.

İman bir bağlanış, inkarsa bir kopuştur. Bağlanmak kişiyi “emin” kılar. Bu yüzden iman varoluşsal güvenliğin garantisidir. İnkarsa fıtrattan kopuşu temsil eder.

İman sebattır, inkar savruluş. İman, sahibinin kendi yerinde iskanını sağlar. Yerinde iskan eden, sükunet bulur. İnkar eden yol almaz, dolaşır. Savrulan “sükunetini” kaybeder. Bu, sahte bir özgürlük hissi uyandırsa da, aldatıcı olduğu çok geçmeden anlaşılır. Çünkü inkar, “özü gürleştirmez”, aksine özü çürütür, kurutur.

İman haddi bilmek, küfür haddi aşmaktır. İman, bir kendinde olma halidir. Kendinde olmayan, kendini kaybeder. Kendini kaybeden, haddini bilmez.

İman şükürdür, inkar nankörlük. Teşekkür ekmeğin değil, ekmeği verenin hakkıdır. Sahipsiz nimet olmaz. Bir şey nimetse, mutlaka sahibi vardır. Nimeti fark eden, nimetin sahibini arar. Nimetin sahibini bulan, O’na teşekkür eder. Nimeti fark etmemek, nankörlüktür.

İman vefadır, inkar vefasızlık. Allah’a vefa göstermeyen, başkasına vefa göstermez. En büyük vefakarlık, “En Büyük Olana” vefakarlıktır.

İman yüzünü dönmektir, küfür sırt çevirmek. Nura yüzünü dönen, gözünü aydın eder. Nura sırtını çeviren, hayatı kendisine zindan eder.

İman belirlenmiş koordinatlarda yol almaktır, inkarsa yılkı atı gibi dolaşmak. Allah göklerin ve yerin nurudur. Allah’a iman, nurun kaynağına yönelmektir. İnkar ise bir yere yönelmek değil, bir yönelişi reddetmektir.

İman ilgidir, küfür kayıtsızlık. İman eden, varoluş anlam ve amacına ilgi duymuş, inkar eden varoluş anlam ve amacına kayıtsız kalmış olur.

İman bilinci bilinç üstüne bağlar, inkar ise bu bağı koparıp bilinç altına bağlar. İman, insan idrakine sonsuz ufuklar açan ve onu son durağı olmayan bir tekamül yolculuğuna çıkaran itici bir güçtür. İnkar ise bilincin bilinç üstü ile bağını koparır. Bu durum, bilincin bilinç altına mahkum olmasıdır. Böyle bir bilinci, içgüdüler ve ayartıcı benlik yönetmeye başlar. Allah’a kul olmaktan kaçınan, kendini, bilinçaltı aracılığıyla yöneten güdülerin (nefsinin) elinde kul olarak bulur.

İnsanların Allah’a gereği gibi tanıyıp kul olmasından kim rahatsız olur?

Kim olacak? Kula kul olanlar ve kulu kendine kul etmek isteyenler…

 

Yorum Yaz