“Allah’ım! Ben Halid’in yaptığından beriyim!”

AK Parti Genel Başkanı “Ahlaki önceliğimiz barış, siyasi önceliğimiz Türkiye” diyor.

ABD ziyaretinde savaş için halk oylamasından söz eden lider gitmiş, yerine savaş için mazeret üreten bir lider gelmiş sanki.

“Ahlaki önceliğimiz barış, siyasi önceliğimiz Türkiye” lafıyla ne denilmek isteniyor, doğrusu anlamak zor.

Ahlakı tercih etmekle, Türkiye’yi tercih etmenin arası bu kadar açık olmak zorunda mı? Türkiye’yi tercih edince, ahlakı göz ardı etmek mubah mı oluyor? Yoksa “Türkiye” deyince akan sular nasıl duruyorsa, ahlak da öyle duruyor mu?

Sahi, nicedir tercihinin Türkiye olduğunu söyleyenler, neden hep ahlakı, erdemi, ortak iyi, doğru, güzel, hak ve adaleti göz ardı etmek zorunda kalırlar? “Türkiye’nin menfaatleri” söz konusu olduğunda, neden hep ahlak, erdem, ortak iyi, hak ve adalet, ihmal edilebilirler listesinin başındaki yerlerini alıverirler?

Burada bir problem yok mu? Var. Problem ahlaktan ya da Türkiye’den kaynaklanmıyor, problem insanımızın tasavvurundan kaynaklanıyor.

Bugün Türkiye siyasetine vaziyet eden kadrolar başta olmak üzere ortalama Müslüman’ın tasavvuru, “güvenlik merkezli” klasik İslam yorumu tarafından inşa edilmiştir. İslam’ın güvenlik merkezli klasik yorumu, hicri 5. yüzyıldan itibaren kendisinden önceki “adalet merkezli” saf tasavvurun yerini almıştır.

Bugünün kavramlarıyla konuşursak, “adalet merkezli” tasavvurun hakim olduğu yıllarda Müslümanlar “sivil bir akla” sahipken, “güvenlik merkezli” tasavvurun hakim olduğu çağlarda “askeri bir akla” sahip olmuşlardır. Bu tasavvuru, sömürgeci Batı’nın istilası daha da katılaştırmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sindeki Müslüman aklının oluşumunda çok önemli rolleri olan İslamcı “soğuk savaş mütefekkirleri”nin “din ü devlet” kutsal ikilisine dayalı algı tarzları, bunun üstüne tüy dikmiştir. Onlar Kur’ani “millet” ve “millî” kavramının içeriği boşaltarak “ulus” ve “ulusal” yerine ikame etmiş üstatlardır.

Bütün bunların sonucunda, geldiğimiz nokta ortada: Vatan öncelikli bir ahlak ve erdem algısı, devlet öncelikli bir vatan algısı, siyaset öncelikli bir devlet algısı, çıkar öncelikli bir siyaset algısı hakim algı tarzı haline gelmiştir.

Ahlakla çıkar çatıştı mı, Makyavelist bir yaklaşımla “Türkiye” bahanesine çıkardan yana tavır koymak… Adaletle güvenlik çatıştı mı, “vatan” bahanesiyle güvenlik uğruna adaleti gözden çıkarılabilir bir şey olarak görmek… İnsanlık yararıyla devlet yararı çatıştı mı, devlet yararını insanlık yararına tercih edilebilir bulmak… Eh, zaten milletle devlet menfaati çatıştığı zaman -sözüm ona- “devlet”i tercih edip milletin anasını ağlatanların mantığı da gelip aynı kapıya dayanmıyor mu?

Hatta AK Parti liderini mağdur eden zihniyetin dayandığı en temel argüman da bu değil miydi? Bu ülkede millete kan kusturanlar, aslında millet-devlet çatışmasında (bu ideolojik çatışma onların eseri) devletten yana millete karşı konuşlanmış olanlar değil mi?

Evet, bu bir tasavvur problemidir ve bu problem sadece AK Parti liderinin problemi değildir. Erbakan, kimler adına hareket ettiği erbabınca bilinen Denktaş’ı ziyaret ederken, aynı tasavvurla hareket ediyordu. İki siyasetçi arasındaki fark “bir gömleklik” olmamalıydı.

Güvenlik merkezli bir tasavvur, Kur’an’ın onayladığı bir tasavvur değildir. Zira tarih boyunca tüm zulümler güvenlik gerekçesinin ardına sığınılarak icra edilmiştir. Güvenliğin adalete öncelendiği bir yaklaşım, gücün hakka öncelendiği bir yaklaşımdır. Başta ABD olmak üzere, haklılığına güçlülüğünü referans gösteren tüm müstekbir güçler, zulümlerini aynı mantıkla savunmuşlardır.

Peki, adaletin güvenliğe öncelendiği saf İslami tasavvur, İslam’ın ilk yıllarında nasıl tecelli etmişti. İşte bir örnek. Halid b. Velid komutasındaki bir müfreze, Benu Cezime üzerine gönderilir. Halid, bir taarruzu meşru kılacak adımları atmadan, barış (=İslam, teslim, selam, selamet) çağrısı yapmadan bir gece saldırır ve bu sırada asla savaşın tarafı olmayacağı kesin olan insanların da öldüğü ortaya çıkar. Muzaffer bir komutan olarak dönen Halid’in yüzüne, tüm çabalarına rağmen bakmayan Hz. Peygamber, gözlerinde yaş, ellerini semaya açarak sürekli şöyle yakarmaktadır:

“Allah’ım! Ben Halid’in yaptığından beriyim!” Allah’ım! Ben Halid’in yaptığından beriyim!”

Eğer Erdoğan ve ekibi, siyasal önceliği bahane ederek ABD’nin her türlü meşruiyetten, adaletten, insanlıktan ve insaftan yoksun saldırganlığına destek vereceklerse, Allah ve Allah’ın müdahil olduğu tarih şahit olsun ki, biz onların yaptığından beriyiz!

İslam aklının inşa edildiği saf dönemlerden bir örnek daha: “İslam ordusu başkomutanı Halid b. Velid, ordunun önüne çıkan ırmağı geçmek için su derinliğini ölçmek ister. Bir askere emir verir, o da suya iner ve yüzme bilmediği için boğulur. Ona emir veren başkomutan birinci derece sorumlu tutulur ve kısas kararı çıkar. Araya giren hatırlı kimseler, erin ailesine rica minnet kısas yerine kan bedelini kabul ettirirler de, başkomutan canını Halife Ömer’in adaletinden kurtarır.

İşte, “devlet” ve “güvenlik” değil, “insan” öncelikli bir tasavvurun kurduğu dünya. Maktul erin ailesini gaza getirip ondan zorla “Bin evladım feda olsun” demeçleri alma yok. Kerametin devlette değil, insanda olduğuna inanmış bir tasavvur var.

 

Yorum Yaz