”Allah’ın emri laiklikle bağdaşmaz”

Laiklik dinsizlik mi, değil mi? 80 yıldır tartışılan bu soruya herkes kendi meşrebince cevap veriyordu.

Fakat Türkiye adına konuşan bir yetkili açıkça çıkıp da bu soruyu cevaplamıyordu. Bu durumda sorunun cevabı ister istemez karanlıkta kalıyor, yine körün taşı körün gözüne durumları devam edip gidiyordu.

Fakat şu yakınlarda bir gelişme yaşandı. Bu soru, söz konusu gelişme sayesinde ilk defa “takiyye””den âri bir cevaba kavuştu. 

Gelişmenin özeti şu: 

A.Ü. Tıp Fakültesi öğrencisi Leyla Şahin’e başörtüsü yüzünden okul disiplin cezası verir. Bu hanım kızımız iç hukuku tükettikten sonra “Adalet mülkün temelidir” İslami düsturuna uyarak hakkını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde arar. Haksızlık karşısında susma günahını işlemez.

İşbu davada, davacı tıp öğrencisi kızımız, davalı Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Türkiye Cumhuriyeti de kendisini AİHM’de savunacak bir avukat tutar. Avukat, 19 Kasım 2002 tarihindeki duruşmada Türkiye Cumhuriyeti’nin başörtüsü yasağını savunur.

Savunur savunmasına da, işte tam burada “takiyye” sona erer ve on yıllardır “Laiklik dinsizlik değildir” savunmasının pabucunu dama atan bir durum yaşanır. 23 Aralık tarihli Radikal gazetesinden öğrendiğimize göre Türkiye Cumhuriyeti’nin avukatı verdiği savunma metninde aynen şu cümleyi kullanır:  “Başörtüsünün Allah’ın emri kabul edilmesi, laiklik ilkesi ile bağdaşmaz.”

Başörtüsü Allah’ın emri. Bu açık. Kitaba değil de kitabına uydurmak isteyen sosyete müftülerini geçin bi yol. Peki, ne olacak şimdi? 

Olacağı belli: Allah’ın emri laiklikle bağdaşmayıp ters düşüyorsa, ya Allah’tan yana ya da laiklikten yana olacaksınız. Türkiye Cumhuriyeti’nin avukatı bunu diyor.

Bu durumda ya Müslüman olacaksınız, ya da laik. Bunun bir başka ifadesi “Laiklik dinsizliktir” olmuş oluyor. Aslında bu biraz yoruma bağlı. Eğer Allah’ın emri laiklikle bağdaşmıyorsa, laiklik bir tür İslam karşıtı bir başka din haline gelmiş oluyor.

Ve bu durumda tabii ki devletin laik olması demek, İslam’a karşıt olması anlamını taşıyor. Yani laikliğin, “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” biçiminde tanımlanması fasarya olmuş oluyor. Aslında İslam dininin yerini laiklik dini almış oluyor. Ve bizim bir tür “laik teokrasi”de, yani adı “laiklik” olan bir “din devletinde” yaşadığımız ortaya çıkıyor. Zaten “değiştirilemez” bırakın onu “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelere sahip olmak ne demek?

Basbayağı “dogma” demektir, laiklik adı verilen siyasal bir yöntemi ilahi kitaplarda yazan dini kurallara benzetmek demektir. 

Peki, bu durumda bu ülkede yaşayan Müslüman ne yapacak? 

Ya dininden çıkıp devlet dinine yani laikliğe intisap edecek, ya da başına gelecek olana katlanıp İslam’da kalmayı, yani laiklikle bağdaşmayan Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi tercih edecektir.

Eğer durum buysa, laikliğin bu ülkede işi çok zor demektir. Şunca yıldır tüm devlet imkânlarına ve kafa yıkamalara rağmen bir avuç “laik mümin” tedarik edebilmişler ki, gerçekten bu iş yaş.

İslam böylesi durumlarda çok özgürlükçü. Devlet zoruyla din dayatmaz insana. Çünkü din özgür seçim işidir. Kur’an, Müslümana şöyle emir verir: “De ki: Ey inkârcılar! Tapmam sizin taptıklarınıza, siz de benim taptığıma tapmazsınız. Asla tapmayacağım sizin taptıklarınıza, siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana!”

 

Yorum Yaz