Amerika var Amerika’dan içeri

ABD’de, West Virginia’da, Müslüman bir tabiatın ortasındaydı ribat. Misafir olduğumuz tesis, Allah adına hareket eden (tesbih) zümrüt gibi bir ormanın göbeğinde, bir gölün kıyısında kurulmuş.

Misafir olduğumuz tesis, Allah adına hareket eden (tesbih) zümrüt gibi bir ormanın göbeğinde, bir gölün kıyısında kurulmuş.

Ben “amp” kelimesini hoşlanmıyorum. Seküler ve ruhsuz bir kelime. Onun yerine Kur’anî bir kavram olan “ribat”ı kullanmayı öneriyorum. “Nöbet beklemek” anlamındaki “ribat”, yangın kulesindeki nöbetçi duyarlığı içinde uyanık durmayı içerir. Ribat, aynı zamanda nöbet beklenen yere de denilir. Bu “yüreğin sınırlarında nöbet beklemeyi” ifade eder. Ribat yapana “murabıt” denir. Kuzey Afrika’da kurulan ve bir ara Endülüs’ü de kapsayan iktidarlardan birinin adının da “Murabıtûn/Murabıtlar” olduğunu hatırlayalım.

İşte böyle bir ortamda,  “Tarih Boyunca İslam ve Batı Aklında Ben ve Öteki Tasavvuru” üzerine konuştuk. Her ne kadar dedelerimiz “Ben demek şeytan işidir” diye uyarsalar da, Şeytan işi olan “ben idraki” değil, “bencillik” idi. İnsan “ben” demeden var olamaz, “ben” demeden hiçbir şey diyemez, dahası “ben” demeden “şahit” olamaz idi.

İşte bu nedenle kelime-i şehadet de “ben” diyerek başlardı.

Ben demek ve beni anlamak bir “sen” ve “o”na ihtiyaç duyar. Bunlar “biz”i oluşturur. Vahyin inşa ettiği “ben tasavvuru” kesrette vahdettir, mutlaka “biz”e ulaştırır.

Batı aklında olduğu gibi İslam aklında da “öteki” vardır. Hatta bu öteki “yandaş” değil “arşıt” ötekidir. İnsanoğlu ötekisiz yapamaz. Fakat İslam karşıt öteki ihtiyacımızı “şeytan” üzerinden karşılar. Bu en zararsız “arşıt öteki” tasavvurudur. Ne demek zararlı, çok çok karlı bir tasavvurdur İslam’ın şeytan tasavvuru. Şeytan’a düşmanlık arttıkça insanın insanlığı artar. Çünkü Şeytan günahı, kötüyü, sorumsuzluğu, kibri, isyanı, tuğyanı temsil eder. Şeytan’a düşman olmak kötüye düşman olmak, dolayısıyla iyiye dost olmaktır.

Peki Yunan-Batı aklında “öteki” tasavvuru nasıl?

Maalesef İslam’dakinin tam tersine, Batı’nın ötekisi kendi dışındaki herkes olabilir. Kendini öteki üzerinden tanımlar ve meşrulaştırır. Bir tür Şeytan’ın bencillik ve kibrini kendine meslek edinen bir benmerkezcilik hastalığına tutulmuştur. Mutlak bir düşman öteki icat eder ve onu gözünde “şeytanlaştırır” ve tabi ki savaşır. Eğer kendi dışındakilerin tümünü yok ederse, bu kez kendi içinden bir öteki icat eder. Tıpkı 2. dünya savaşında olduğu gibi.

Bu başlıklar altında Efendimizin ötekine yönelik tavırları, Müslim ve gayr-ı Müslim ilişkileri, iki medeniyetin tarihsel karşılaşmaları, ecnebi diyarda Müslüman kalmak gibi başlıklar da yer aldı.

Tam 11 derste işlendi bu konu.  Ama programın tek yönü akılları beslemek değildi. Bu yarım olurdu zaten. Kalplerin de beslenmesi gerekiyordu. Cemaatle kılınan sabah namazları ve içerisinde istiğfar, tesbihat ve tefsirin de bulunduğu seher dersleri kalbe hitap ediyordu. Ribatların asıl fonksiyonu da burada yatmakta. 24 saat Müslüman olmak nasıl bir şey? İşte bu soru, cevabını ribatlarda buluyor. Eğitimin muhatabı tek tek bireyler değil, ailenin tamamı. Bu önemli. Zira aile, İslami bir toplumun çekirdeği. Bir çekirdeği bölerek toprağa ekemezsiniz. Ekerseniz değil bire bin, bire bir dahi alamazsınız. Çürür ve çürütürsünüz.

Okurlarım, “Bize biraz da ABD’den haber ver” diyebilirler.

Bir kere Amerika bir tek Amerika’dan müteşekkil değil. Yani, Yunus’tan ödünç alırsak “Amerika var Amerika’dan içeri”.

Bir kapitalizmin kalesi olan Amerika var. Bu Amerika tüketmek için yaşayan, hiçbir yüce gayesi olmayan, insanı yücelten değerlerin tümünü tüketmiş, kilisenin teslisinin yerini para ve gücün aldığı hegemonik bir dev. Yedikçe şişiyor, şiştikçe yiyor. Ahlaki çöküş toplumsal çözülmeyi getirmiş. 11 Eylül’ü, Amerikalılık bilincini gelişmek için bir manipüle aracı olarak kullanmışlar. Evlerin önünde gördüğüm ABD bayrakları bunun işareti. Amerikan milliyetçiliğini köpürtüyor Yeni Muhafazakar (Neo-Con) takımı.

Fakat işi bilen dostlarım bu dalgayı ciddiye almadıklarını söylüyorlar. Onlara göre bu sadece bir “moda”. İçi boş yani. Tamam, 11 Eylül sonrası ABD’de Müslümanlar “ötekileştirilmiş”. Ötekileştirmenin bir ileri aşaması “Şeytanlaştırma”. Fakat ABD bu pazarlamayı bir milliyetçilik dalgasına çevirememiş. Bu Amerika gibi yamalı bohçaya benzeyen çok kavimli toplumlarda ateşle oynamaktır. Nerede duracağı belli olmaz.

Bir başka Amerika, mağdurların Amerika’sı. Bunların başında siyahlar geliyor. Rafine bir ayrımcılık hala sürüyor. Cezaevleri onlarla dolu. Ve Amerikan cezaevleri, ülkede Müslüman olma oranının en yüksek olduğu yer. Sadece siyahlar sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Cezaevinde sosyal uzman olarak çalışan bir uzman, iki yıldan az bir zaman içinde sadece kendi vasıtasıyla 28 kişinin İslam’la şereflendiğini söylüyor. Suçlulardan İslam’ı seçenlerin % 65’i tahliye olduktan sonra eski suçuna dönmüyormuş.

Bu arada Amerika ve İslam deyince ilk akla gelen isimlerden Kadir Bey’den, Amerika’nın İslam’la tanışmasının 14. yüzyılda, Batılıların keşif adı altında kıtayı yağmalamasından 200 yıl öncesine uzandığını da öğrenmiş olduk.

Bir de Müslümanların Amerika’sı var. ABD’de 250’ye yakın İslam Okulu olduğunu biliyor musunuz? Bizdeki İmam Hatip düşmanlarının kulakları çınlasın. FBI ajanları bile, Müslüman olanlardaki iyi hal ve gidişi takdir etmek zorunda kalıyormuş.

Irak’taki Amerika’yı anlatmaya gerek var mı? Onu hepiniz çok iyi biliyorsunuz.

Bitmedi ama?

 

Yorum Yaz