Amerika’da İslam (2)

Kölelik döneminde, Amerika’daki kölelerin en eğitimlisinin, Müslüman köleler olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Resmi istatistikler böyle diyor.

Bence bunun nedeni açık: Müslümanlar kaçırıldıkları anavatanlarında en azından Kur’an okumayı biliyor, bazıları hem okumayı hem de yazmayı biliyorlardı. Ama Müslüman kölelerin daha eğitimli olması, köle sahipleri açısından problem doğuruyor. Çünkü onları körü körüne itaat altına almakta zorlanıyorlar. Bundan dolayı bir dönem Müslüman köle getirilmesi yasaklanıyor.

Müslümanların kitleler halinde kendi arzularıyla Amerika’ya gelmeleri, 1800’lerin sonlarına rastlar. Bunların çoğu o zaman Osmanlı sınırları içinde kalan bölgelere mensup insanlardır. Bu yerlerin başında Suriye, Ürdün, Lübnan, Arnavutluk ve Girit gelir. Gidenler Türk, Kürt, Arap, Arnavut vb. gibi kavimlere mensuptur.

Fakat bu dönemde gelenler maalesef Amerika’da kurban olan ilk Müslüman kuşaktır. Hemen tamamı kaybolurlar. Oysaki kendileriyle imamlarını da getirmişlerdir. Fakat gelen din adamları da kaybolur. Dinlerini ikinci kuşağa bile taşıyamazlar.

Kaybolma örnekleri çok. Amerika’da hayli eski bir dost, bu örneklerden bir kaçını aktardı. Mesela West Virginia’da ve Pittsburgh da koloniler halinde yüzyılın başında Müslüman yerleşim merkezleri varmış. Şimdi bile, diyor dostum, sizin Müslüman olduğunuzu anladıkları anda; “Ya! Benim büyük babam/büyük annem de Müslümandı” derler. Hatta bizzat yaptığı bir araştırma sırasında, Pennsylvania/Paris’teki bazı eski mezarlıklarda, hem hilal hem de haç kazınmış mezar taşlarına rastladığını söyledi. Bu mezar taşlarında genellikle iki ad var: Biri Müslüman, diğeri Hıristiyan/vaftiz adı.

New York’ta, ABD’ye 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında gelen bütün göçmenlerin çıktığı birkaç ada var. Gemiler buraya boşaltılıyor ve burada göçmenler, çok ağır ve zor şartlar altında karantinaya alınıyor. Haftalarca gayr-ı insani bir ortamda tutuluyor. Bu sayede oradan bırakılan, cehennemden kurtulmuş hissi yaşıyor.

Bunlardan birisi de, Amerikan tarzı pazarlama mantığının tipik bir örneğini teşkil eden, bugün üzerinde “Özgürlük Heykeli”nin bulunduğu ada. Orada isimler kaydediliyor. Pasaportlar Osmanlı pasaportu ve İslam harfleriyle. Gelenler ecnebi lisan bilmiyor, yazanlar ise Türkçe-Arapça bilmiyor. Yazım memurları, kasıtlı veya kasıtsız, duydukları Müslüman ismini dilleri nasıl dönüyor, nasıl anlıyor veya hangi Hıristiyan ismine yakın buluyorlarsa, öyle kayıtlara geçiriyorlar. Mesela, bu şekilde Cengiz John oluyor, Hayri Henry oluyor.

Çok daha dramatik bir olay dinledim. Pizzacılık yapan bir Müslüman’a bir gün bir sipariş geliyor. Siparişi veren isim dikkatini celp ediyor: Amina. Müslüman, elemanla göndermek yerine, bizzat kendisi götürüyor pizzayı. Amacı bölgesinde yaşayan bir Müslümanla tanışmak. Kapıya çıkan dekolte elbiseli ve boynunda haç taşıyan yaşlı bayan kendisini “Amina” olarak tanıtıyor. Adının enteresan geldiğini söyleyerek “Adınızın Peygamber’in annesinin adı olduğunu biliyor musunuz?” diyor. Bayan “Biliyorum! Biliyorum!” diyor. Arkasından aslen Yemenli bir Müslüman ailenin kızı olduğunu söylüyor.

Bu göç dalgasından sonra 1950’lere kadar göçmenlerin girişi zorlaştırılıyor. Özellikle de Müslüman göçmen girişine, olağanüstü tedbirler konuluyor. Fakat II. Dünya savaşının ardından başlayan bir göç dalgası daha oluyor. Kimisi umut, kimisi ekmek, kimisi de bilgi kapısı olarak görüyor ABD’yi. Bu dalgada en büyük gurubu Hint Alt Kıtasından olan Müslümanlar, ikinci gurubu değişik coğrafyalardan gelen Araplar oluşturuyor.

Avrupa’dakinin aksine, bu dalgada gelenlerin hemen tamamına yakını eğitimli. Ya eğitim amaçlı geliyorlar, ya da zaten eğitimli olarak. Hatta şu anda ABD’de eğitim seviyesi en yüksek dini azınlığın göçmen Müslümanlar olduğu ortak kabul gören bir husus.

Afro-Amerikalı Müslümanların durumu daha farklı. Onların hikayesi 1930’larda Detroit civarında ortaya çıkan meçhul biri olan ve sadece birkaç yıl ortada görünen Fard Muhammed’le başlıyor. Onun davetine ilk koşan Elijah Muhammed isimli bir siyah Amerikalı. Bir kısmı mitolojik, bir kısmı uydurma, bir kısmı Siyah ırkçılığına dayalı hurafe olan bir din anlayışı geliştiriyor. Malkolm X’in hikayesini biliyorsunuz. Elijah’ın oğlu Varisuddin Muhammed’inki de ona benzer bir hikaye. Bir gün yanlışta direnen Baba, doğruya teslim olan oğluna her şeyi açıklayan şu itirafı yapıyor: “Oğlum, keşke senin yaşında olsaydım, ama değilim!” 70’li yıllarda baba kovduğu oğlunu Nation of İslam’ın kongresine çağırıyor. Bu babanın zımnen oğlunun yolunu onayladığı anlamına alınıyor. Şimdilerde Varisuddin Muhammed’in teşkilatına mensup 2 milyon siyah Amerikalı var.

ABD’de Müslüman nüfusun yarısını Bilâlî/siyahi Müslümanlar teşkil ediyor. 11 Eylül sendromuyla Müslümanların şeytanlaştırılma girişimlerine rağmen ihtidalar sürüyor. İslam’a girenler arasında 1. sırayı Bilâlî ABD’liler, 2. sırayı ise beyaz kadınlar alıyor. İşte bu ilginç.

Amerika’da İslam emin adımlarla ilerliyor. Şimdi bizdeki İmam Hatip’lerin müfredatına benzer bir müfredatı olan 250 İslam okulu var. Camisiz bir vilayet bulunmuyor. İslam cemaatinin olmadığı bir vilayet yok. ABD Müslümanlarının şu anki konumu, Yahudilerin 100 yıl önceki konumuna benziyor. Bunun anlamı şu: Çeyrek yüzyıl sonra Amerika’daki İslam, bugünkünden çok daha farklı bir noktada olacak. Müslüman nüfus açısından Yahudilerin iki katı, fakat nüfuz açısından zekatı etmez. ABD demokrasisi henüz Müslümanı kapsamıyor. Bir büyükelçi, Müslüman olduğu anlaşılınca, derhal kapının önüne konulabiliyor.

Son söz: Amerika, değersizliğin pençesinde. Eğer yüzünü İslam’a dönmezse, ölecek.

 

Yorum Yaz