Aşırı politizasyon siyasal körlük yapıyor

Geçen hafta bu köşeyi bir tefsir problemine ayırmıştım. Ağır olduğunu biliyordum.

Bir sual üzerine biraz da kasten yazdım o yazıyı. Sabah akşam politika yenilip politika içilen şu günlerde, bu durumdan bıkan sahici gazete okurunun zihnine alternatif bir servis yapayım istedim.İyi de etmişim. Yazı umduğumun çok üzerinde ilgi gördü. Meğer benim durumumda olan çok insan varmış. Kokmaz bulaşmaz politik dedikodulardan gına gelmişler.
Gazeteyi açıyorsunuz aynı şey. Televizyonu açıyorsunuz aynı şey.
Bir politikacılar var, bir de politik dedikoducular.
Birinciler kelimenin tek anlamıyla zavallılar. Kimisi, resmi ideolojinin sırtından geçiniyor. Kendisi bozacı, resmi ideoloji şıracı… Birbirinin sırtını kaşıyorlar. Fakat işin kötüsü resmi ideoloji tam bir hortlak durumunda… Hani şu makineye bağlı olarak yaşama, beyin ölümünün gerçekleşmesi durumu var ya? İşte resmi ideoloji de öyle bir şey.
Bilmeseniz, tiyatroyu sahici diye yutacaksınız. Biliyorsunuz şu gerçeği: Resmi ideolojinin “aforoz” ettiği siyasal hareketler, tek parti diktasının farklı versiyonlarını oynamaya mahkumlar. En çok acıdığım da bunlar. Zavallılar, bazen inanmadıkları şeyleri söylerken nasıl da zorlanıyorlar. Ömürleri “hık-mık” ile “kem-küm” ile geçiyor.
İkincilere, yani şu politik dedikoduculara gelince? Onlar kanal kanal dolaşıp politik dedikodu yapıyorlar. Bir şey söyleyecek sanıyorsunuz, fakat tam yerine denk gelince “çevir kazı yansın” yapıyorlar. Söz ne zaman büyük taşa gelirse, orada tornistan ediveriyorlar.
Politik arena, siyaset dışı güçlerin de tehdidiyle, herkesin karnından konuştuğu bir alan olup çıkıyor. Böyle bir ortamda sürekli politika konuşuluyor olması, insanların siyasal bilinçlerini artırmıyor. Aksine siyasal körlüğe yol açıyor. İlk bakışta çelişki gibi geliyor, ama inanın bu böyle.
Sözgelimi, terör konuşuluyor değil mi?
Hiç kimse terörün tarifini yapmaya yanaşmıyor mesela. Terörün dedikodusunu yapıyor. Siyasetçiyse terörün sırtından ne kadar oy devşirilir ona bakıyor. Terörü neden ve niçinlerini, asıl madur pozları verenlerin konuşmasını bekliyorsunuz. Hayır, orada durum daha da vahim. Silahlı bürokratlar terör üzerinden politika yapıyor. Politikacının politika yapmasını anlıyorsunuz da, bu kesiminkini anlamakta zorlanıyorsunuz.
“Zorlanıyorsunuz” sözün gelimi, aslında zorlanmıyorsunuz. Bu ülkenin geçmişini bilenler, nelerin nasıl döndüğünü de bilirler ve onlar için artık hiçbir şey şaşırtıcı olmaz.
Biri çıkıp da, “Yahu, bu ülkede terör çelik çekirdeğin yağıdır. Ne zaman gıcırdamaya başlasa, çıplak kral bu yağdan sipariş verir?” diyemiyor.
Sözgelimi, Hudson’daki suikast ve terör senaryolu toplantı tartışılıyor. Üstelik askerli sivilli… Olayı “Ay inanmıyorum” pişkinliğiyle konuşanları görünce içiniz kalkıyor. Gözünüzün önünde bir tiyatro oynanıyor ve size “gerçek bu” diye yutturulmaya çalışılıyor. İşi ciddiye alanlar bile sanki her şey Hudson’la başlamış gibi konuşuyor. Sözü büyük taşa getiren yok. Bu ülkedeki hükümetlerin değil, bu topraklardaki rejim değişikliklerinin de Hudson türü senaryoların eseri olduğunu söylemeye yanaşmıyor politik dedikoducular.
Biz de safız ya, yutuyoruz bütün bu pişkin dedikoduları. Biz yuttukça veya yutar gibi göründükçe, herifçioğlu hap imalatını sürdürüyor. Sonrasında da “doktor hasta, ben hasta” durumları?
Mesela Kuzey Irak tartışılıyor. Başta silahlı bürokratlar olmak üzere herkesin bambaşka hesapları var. Herkes muhalifini Kuzey Irak üzerinden vurmaya çalışıyor. Dost ve düşman tanımları o kadar kırılgan, o kadar yapay ve temelsiz ki, ister istemez “Kurmay aklı bu mu?” diyorsunuz. Üniformalılarımız haydarane naralarla sell-i silah eylemiş vuruyorlar. Nereye vurduğunu, şıracının şahidi bozacı göstermiyor. Bazısı da konu mankeni kullanarak vuranı pek bi görkemli gösteriyor, fakat vurduğu yeri saklıyor. Kameraman ağaya şu kameranın kellesini biraz aşağı kır da görelim nereye vurduğunu bu “kahramanın” diyorsunuz. İçlerinden gerçeği gösteren birileri ender de olsa çıkıyor. Kameranın kellesi biraz aşağı kayınca orada bir semer durduğunu görüyorsunuz. Evet, evet! Adıyla sanıyla şu bildiğimiz “semer”.
Yani mi? Yanisi şu: Eşeğini dövemeyen semerini dövüyor, bize de eşeğini dövüyormuş gibi sunuyor. Dikkat buyurun, daha eşeğin sahibine “höt” diyebilenin esamisi dahi okunmuyor.
Bu şartlar dahilinde politika konuşmak, aslında hiçbir şey konuşmamaktır. Kim bilir, belki bu da bir psikolojik harp yöntemidir. Siyasal alanı daraltıp milli iradeyi iç etmek isteyenler, bunu sahici siyasetin yerine politik dedikoduları koyarak yapıyorlar. Vakıa bu biraz kalpazanlık oluyor, ama olsun. Böylece hem milletin siyaset ihtiyacı sahtesiyle de olsa karşılanıyor, hem de siyasal körlüğün ve bilinçsizliğin üzeri örtülüyor.
“Bitli baklanın…” diye başlayan bir özdeyişimiz vardı, hafızanıza sağlık, sonunu hatırlayamadım.

Yorum Yaz