Bal kazanında necaset var

Mahkeme kadıya mülk değil.

Her imkân Allah’ın açtığı bir kredidir, bu doğru. Fakat aynı zamanda her imkân bir imtihandır. Kur’an onun için şöyle seslenir muhataplarına: “O Gün size verilen her nimetten hesap sorulacaksınız!”

Nimeti rahmete dönüştürmek de, gazaba dönüştürmek de sizin elinizde.

Servet mücerret olarak bir nimet gibi durur. Eğer altınızda atınız olursa sizi menzilinize ulaştıran bir rahmet burağı, eğer siz onun altında at olursanız bela ve musibet odağıdır. Makam, mevki, şöhret ve iktidar da öyle.

Özellikle de iktidar. İktidar güç demektir, servet demektir, devlet demektir.

Bunların bir araya geldiği yer şeytanların göz diktiği yerdir. Bir yerde güç ve servet temerküz etmişse, orası sineklerin bal kabına hücumu gibi sinek tabiatlıların hücumuna uğrar. O balı arılar yapmıştır, cefasını arılar çekmiştir ama sefasını sürmeye hep sinekler talip olur.

Eğer size açılan ilahi bir kredi olan imkâna “iman” ile yaklaşırsanız sineklerin yağmasından balınızı korur, onu pisletmelerine izin vermezsiniz. Bu takdirde nimet rahmet olur. Yok bu krediye “şehvetle” yaklaşırsanız, o zaman bırakın onu sineklerden korumayı, bizzat siz o balın sineği durumuna düşersiniz.

Kur’an, her iktidar sahibinin iliklerine kadar titremesini gerektiren şu uyarıyı yapar:

“İşte bu (iktidar) dönemleri… Biz bunu insanlar arasında döndürür dururuz!”

İktidar deyince muhatabın aklına hemen “devletin tepeleri” gelir. Oysa iktidar “güç ve yetki” kullanılan her yerde vardır. Evde, işyerinde, okulda, sokakta, otobüste, dairede…

Çocuğuna karşı güç ve yetki kullanan her baba “iktidarına” dayanarak bunu yapar. Eşine karşı güç ve yetki kullanan her koca da öyle. Hoca talebesine, imam cemaatine, muhtar mahallesine, şoför yolcusuna, patron işçisine, anne çocuğuna… Hepsi kendi içinde birer iktidardır. Ayette dile gelen hakikat hayatın bir yasasıdır: Bu iktidarı Allah insanlar arasında döndürür durur. Bir zamanların güç ve iktidara maruz kalan çocuğu, şimdi baba-anne olup iktidarı ele geçirmiş, kendi çocuğu üzerinde iktidar uygulamaktadır. Bir zamanların iktidara maruz kalan talebesi, şimdi hoca olmuş kendi talebesine iktidar uygulamaktadır.

Asıl olan “iktidarsız” bir dünya kurmak değildir. Bu ütopyadır. İktidarsız bir dünya, gerçekten de “iktidarsız” bir dünyadır. Fakat asıl olan iktidarı emanet olarak algılayacak bir tasavvur ve akla sahip insanlar inşa etmek, emaneti “ehline” vermektir.

Emanetin söz konusu olduğu yerde ya “sadakat” vardır, ya da “ihanet”.

İktidar emanetine ihanet edenler, bu emanetin bir gün ellerinden alınacağını unuturlar. Bu risk, iktidar büyüdükçe artar. Tabii ki, küçük iktidarların ihaneti de küçük, büyük iktidarların ihaneti de büyüktür.

Eğer size verilen iktidar devlet iktidarıysa, bütün bir milletin emanetiyse ve siz de bu emanete sadakat yerine ihanet ettinizse, ihanetiniz milyonlarla çarpılan bir ihanet olacaktır. Tabii ki sadakatinizin bedeli de o kadar yüksek olacak, “Bir günlük adaletle hüküm, bir ömürlük nafile ibadete bedeldir” müjdesinin muhatabı olacaktır.

İnsanın iman ve inkârı olduğu gibi devletin de iman ve inkârı vardır. Devletin imanı “adalet”, küfrü “zulüm”dür. İktidarın zulme yönelmesinin vebali işte böylesine ağırdır.

“İktidar bozar, mutlak iktidar mutlak bozar” diyeni bir yana bırakalım. Peki, geçmişte “Müslüman/sağcı/muhafazakar/milliyetçi/mukaddesatçı” (“Bu nasıl oluyor?” demeyin, işte öyle) bir yapı içinde bulunmuş, o yapıda “mücadele” etmiş bir bakan, nasıl oluyor da şimdi bazı siyasal ikbal beklentileri uğruna ait olduğu kitleyi ateşe atabiliyor? Bunu yaparken içi yanmıyor, vicdanı sızlamıyor, imanı durdurmuyor?

Siz, “insan çiğ süt emmiş” diye durun, benim cevabım farklı: Dünyanın en iyi balı da olsa, içine bir kaşık “asabiyet” pisliği karışmışsa, o kazan “necis” olur. Yiyene dert olur.

Yorum Yaz