Başarıperest değil hakperest olmak

Hayatı İslamileştirme yolunda ortaya konulan çabalar genellikle “yatay çabalardı”. Dolayısıyla, kaliteye yönelik olmaktan çok kantiteye yönelikti. Bu yatay yapı göz önüne alındığında, varılan noktanın küçümsenmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Fakat tüm yatay çalışmaların taşıdığı zaafları, söz konusu çalışmalar da taşıyordu. Bunlar arasında, niceliğe odaklanmanın sonucu olarak niteliği gözardı etmek, rehavet modunda çalışmayı kanıksamak, daima geniş alanlarda “oynamak” ve alan daraltılınca “yerim dar” demek, yatay çalışma bir kitle oluşturur oluşturmaz kitle psikolojisini şahsiyyet ve akliyyetin yerine geçirmek ve daha başkaları sayılabilir.

Kur’an’ın zaman tasavvuru pasif, kurgusal, mühendisliğe açık, tekdüze ve doğrusal değil, aktif, tepki veren, değişken ve inişli-çıkışlı bir zaman tasavvurudur. Bu açıdan, insanlık yürüyüşünde sizin zamanınızın “vadi” ya da “zirve”, “düz” ya da “yokuş”, “iniş zamanı” ya da “çıkış zamanı” olmasına bakılmaz. Bu alanda zamana müdahil olanın sosyolojik kaderine tâbisinizdir. Fakat kendi zamanınızın akıbeti sizin yürüyüş sırasındaki davranışınıza göre şekillenecektir.

Daha iyi açıklama bazında nübüvvet tarihinden bir örnek verebilirim: İkisi de İsrailoğulları peygamberi olan Süleyman ve Yahya peygamberlerin zamanları farklı eğim ve rakımlardadır. Hz. Süleyman’ın zamanı yükselen bir zamandı ve o kişisel sorumluluğunu zirvede îfâ etti. Elbette başarılıdır. Buna karşın Hz. Yahya’nın zamanı alçalan bir zamandı ve o kişisel sorumluluğunu vadinin en dibinde îfâ etti: Bir koç gibi kellesi kesildi.

Kim ona “Başarısızdı!” deme cüretini gösterebilir ki?

O da başarılıydı; hem de en az Hz. Süleyman kadar.

O halde sorun “başarı” dediğiniz şeyin tanımından kaynaklanıyor. “Kime göre başarılı?” ya da “Gerçekte başarı nedir, başarısızlık nedir?”

Şeytanın “gör” dediği yerden bakarsanız, varacağınız sonuç farklı olacaktır.

Ama Allah’ın “gör” dediği yerden bakarsanız, sizi aşan makro zamanın eğrisine bakıp hayıflanacağınıza, size ait olan bireysel zamanınız üzerindeki tasarrufunuzu kullanarak kendi mikro zamanınızı zirveye ayarlayabilir/uyarlayabilirsiniz: İnanın bu tamamen sizin elinizde. O zaman siz de kendi zamanınızın zirvesi olmuş olursunuz. Çünkü kimsenin ayağının altındaki tepe onun boyuna ilave edilmez ve önüne çıkan zirvelere rağmen, yolcu olma bilincini unutmayan herkes için prensip şudur: “Yolcu yolunda gerek”.

İşte bu nedenle, yatay çabaların, insani alanların oldukça daraltıldığı mevcut konjonktürü fırsat bilip “dikey” çabalara dönüştürülmesi en doğru yöntemdir.

Yatay çabalar genişliğine ve uzunluğuna nasıl çift yönlüyse, dikey çabalar da öylesine çift yönlüdür: Derinliğine ve yüksekliğine…

Derinliğine çabalar, daha çok bireyin şahsiyete dönüşmesi için şart olan yüreğe doğru yolculuktur ki, bu yolculuğun sonunda kişi kendisiyle biliş olur, tanış olur; kendisini bulur ve iç kavgalarını çözer. Bu yolculuk kişinin kendi yüreğinin çeperlerine dayanarak yapacağı bir yolculuktur ve şu âyet bu yolculuğun adeta şifresidir: “Biz insanı en ideal potansiyelde (ahsen-i takvîm) yarattık, sonra aşağıların da aşağısına (başlangıç noktasına) iade ettik.”

Dikey çabaların “yüksekliğine” gerçekleşen boyutu ise derin bir bilgi ve bilinç donanımına sahip olmayla sonuçlanacak uzmanlaşmadır. Artık İslami çalışmalar her hastalıktan anlayıp hiçbirini tedavi edecek bilgi ve beceriye sahip olamamak şeklinde tanımlayabileceğimiz “pratisyenliği” bırakmalı, kendilerine hayatın alanlarından birini “hedef alan” olarak seçmelidirler. Bunu yaparken de modernizmin indirgemeci ve izole edici mantığına düşmekten azami oranda sakınmalıdırlar. Bunu yapmayan bir uzmanlaşma; kör bölgeleri görülenlerden çok olan bir “garip” uzmanlaşma olur.

Okuyucu bu makalede en çok mikro ve makrosuyla, bireysel ve toplumsal olanıyla “zaman” sözcüğüyle karşılaştı. Doğal olarak şu soruyu soracaktır: Ya “kişisel mekan”? Makro zamana rağmen kişisel zamanımızı zirveye odaklamak mümkünse, bu proje en sağlıklı hangi mekanda başlar?

Bu sorunun cevabı üzerine böyle bir makale daha yazılır. Fakat bendeniz bu soruya bir ayetle cevap vermeyi daha uygun görüyorum. İçini doldurmaksa okurun ferâsetine kalmış:

“Derken Musa ve kardeşine şöyle vahyettik: Şehirde toplumunuz için bazı evleri karargah edinin; kendi evlerinizi ise ibadethaneye dönüştürerek ibadetinizi eda edin! Ve (sen ey Musa!), mü’minleri (zaferle) müjdele!” (Yunus 87)

Yorum Yaz