Batı’nın kalbi yok

Doğrusu, hayret edenlere hayret ediyorum. Ortada sürpriz göremiyorum. Ne var bunda şaşılacak?

Beklenen oldu. Allah’ın koyduğu toplumsal yasa işledi. Zaman hükmünü icra etti. Fıtrat kanunu galip geldi. Zulme ve baskıya maruz kalanlar, sonunda patladı.

Kimdi onlar?

Batı’nın modern köleleri. Yani “ötekiler”. Kölelerin varlığı, Efendi’nin bilinçaltını ele veriyor. Malum, efendiler kölesiz yapamaz. Adını Cumhuriyet koysa da, bu böyledir. Neticede Cumhuriyet’in anavatanı sayılan Eski Atina’da da böyleydi durum. Köleleri olan, kadınları insan saymayan, altta kalanın cumhura dahil sayılmadığı, sadece belli tabakanın nimetleri bölüştüğü oligarşik bir Cumhuriyet.

Paris, hesapta Avrupa’nın göbeği. Avrupa’nın şişko göbeğinde, ötekilere, bağırsak muhteviyatı muamelesi yapılıyor. İçişleri Bakanı’nın “serseriler”, “pislikler” demesi boşuna değil. Batı’nın bilinçaltını ele veriyor bu sözler. Bu sadece Paris’in bakışı da değil. ABD’de dahil, Batı kendi dışındaki dünyayı böyle görüyor, böyle okuyor. Onun için, kendi dışındaki dünya, kurduğu sömürü hortumlarından sızarak içine girse dahi, onu benimsemiyor, dışlıyor. İçine giren, bünyenin parçası haline gelen bir unsuru nasıl dışlayabilirsin ki? İşte bu noktada ipler kopuyor, hesaplar alt üst oluyor ve dışlanan unsur bünyeyi tahribe yöneliyor.

Yaşadıkları mekanları ilk gördüğümde, şaşkınlığımdan küçük dilimi yutacaktım. Barındıkları yerlerde köpek barınmaz. İnsan siloları diyebileceğimiz gettolara sıkıştırılmışlar. Gayr-ı insani şartlara mahkumlar. Kümes kadar yerlerde yaşıyorlar. Çoğunda banyo ve tuvalet dahi ortak kullanılıyor. Yaşadıkları mahalleler adı konulmamış birer toplama kampı. Tecrit edilmişler. Hem madden, hem manen dışlanmışlar.

Onlar da bunun acısını çok çocuk yaparak çıkarıyorlar. Çocuklarını sokaklara koy vererek çıkarıyorlar. Sokaklara salınan çocuklar alkol ve uyuşturucuyu bir öç alma aracı olarak kullanıyorlar. Hem kalpsiz Batı’dan, hem de kendilerini dünyaya getirip sokaklara koy veren ebeveynlerinden. Çeteleşiyorlar, olmadı intihar ediyorlar. Kalpsiz Batı’dan şefkat göremeyen bu insanların içinde, öfke, kin ve intikam ateşleri yanıyor.

Birbirine karışmayan iki dünya bu. Adeta, iki denizin birleştiği yer. Aralarında görünmeyen duvarlar var. Sosyal, ekonomik, psikolojik ve daha bilmem ne duvarları. Bir yanda yalan dünya cenneti, bir yanda dünya cehennemi. İşin kötüsü, cehenneme mahkum edilenler, sahte cennetin sakinlerinin saadetinin, kendi felaketleri üzerine bina edildiğinin fena halde farkındalar. Köleleştirilen dedelerin öfkeli torunları, bu durumu gördükçe daha fazla öfkeleniyorlar. Sömürülen toprakların yerinden yurdundan edilmiş sakinleri, kendilerine yapılan muamele karşısında deliye dönüyorlar.

Ait oldukları dünyanın değerleriyle donanmış olsalardı, Batı’nın işi bu kadar zor olmazdı. Fakat onlar artık hiçbir yere ait değiller. Çünkü Batı onların aidiyetlerini yok etti. Kimliksiz ve kişiliksiz bir hale getirdi. Asimilasyon politikalarının tümü, aslında göçmenleri iddialarından arındırma operasyonuydu. Bunu sadece kendi topraklarına sığınanlara yapmadılar. Onların kendi ülkelerinde, fikir devşirmeleri aracılığıyla, tepeden inme mühendislik projeleri uyguladılar. Söz konusu projenin uygulandığı ülkelerden biri, belki birincisi bu ülkedir.

Fransa kıyamı karşısında, bizdeki Fransızların gözlerinin, neden faltaşı gibi açıldığını, neden yakılan arabanın içinde kendisi varmış gibi bet-benizlerinin sarardığını sanıyorsunuz? Neden her birinin kuruldukları köşelerde kalemleri, kuruldukları ekranlarda sesleri titremeye başladı, merak etmiyor musunuz?

Neden olacak? Fransa’daki kıyamı üstlerine alınıyorlar. Bakmayın şimdiki hıkmıklarına. Ne söyleyeceklerini şaşırdılar da ondan. Biraz kendilerini toparlasınlar, akşamdan kalma kafaları yerine gelsin, hepsi de Sarkozy ağzıyla konuşmaya, De Villepin kafasıyla düşünmeye başlayacak.

Fransa modeli iflas etti diye ilk ağıt yakacak olan bizim Fransızlar. Ölüye giden, kendi ölüsüne ağlarmış. Aslında bizimkiler kendi geleceklerine ağlıyorlar. Değilse bu milletin geleceğini karartmışlar, kimliğine kastetmişler, iddialarından arındırmışlar, üç beş nesli Avrupa sunağına kurban vermişler? Bütün bunlar bizim Fransızların umurunda bile değil. Korkuları, ötekileştirmeye çalıştıkları bu ülkenin Müslüman çoğunluğunun, bir gün kendilerinden hesap sormaya kalkması. Tepesine vura vura vazgeçirttikleri iddialarını geri istemesi. “Çaldığınız kimliğimi geri verin bana!” diye haykırması. Kesip kopardıkları ruh köküne yönelerek, “Sizin elinizle gelen her şeyi ve sizi reddediyorum” demesi.

Batı’nın kalbi yok. Kalbi olmayanın merhameti olmaz. Merhameti olmayandan adalet beklenmez. Adalet dağıtmayacaklar. Çünkü mayalarında güce baş eğme ve güçle baş eğdirme var. Her zaman olduğu gibi, gerekirse şiddet kullanarak bu sesleri bastıracaklar. Darda kalırlarsa öldürerek susturacaklar. Fakat bu bir şeyi halletmeyecek. Çünkü yiğit ölünce yiğitlik de ölmez. Adalet isteyenler susturulunca, adalet susmuş olmaz.

Fransa’daki Fransızlar da içimizdeki Fransızlar da, sol yanlarını elleriyle yoklasalar iyi olur. Belki bir şeylerin yokluğunu fark ederler. Neticede, bu da bir kazanımdır.

 

Yorum Yaz