Bayram

Türkçedeki “bayram”ın aslı, Farsça “bezm-i râm”dan bozma “bezrâm” imiş.

“Sevinç ve eğlence günü” demek.

Farsçaya eski Türkçeden geçtiğini söyleyenler bile var.

Arapçada bayramın karşılığı “ıyd”. Bu “tekrar dönmek, dönüp dönüp gelmek” anlamındaki “avd” kökünden geliyor. İlginç bir tevafuktur ki hac kelimesi de aynı anlama geliyor: Tekrar gitmek/gelmek, dönüp dönüp gitmek/gelmek. Zaten Sami dil ailesine mensup İbranicede hac kelimesi “bayram” anlamına kullanılıyor.

Kelime Kur’an’da sadece bir yerde geçiyor (5: 114). “Iyd” kelimesi “ahiret” anlamına gelen “me’ad” ile de akraba. Ahirete “erinde geçinde herkesin dönüp varacağı yer” olduğu için bu ad verilmiş.

Bayramlar sevinç içinde, eş dost ile bir şeyler yenilip içilerek geçirilen ferah günleri. Onun için Efendimiz Ramazan Bayramı’nın birinci, Kurban Bayramı’nın tüm günlerinde oruç tutmayı yasaklamış.

Müslümanın iki bayramı vardır: Ramazan ve Kurban bayramları. Bunların ikisi de hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlamışlardır. Esasen Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmış, orucun ardından Müslümanlar bayram yapmışlardır.

Ramazan Bayramı’na “fıtır sadakası” (can-baş sadakası) bu ayda verildiği için “ıydu’l-fıtr” adı verilmiştir. Bizde “Ramazan Bayramı” adıyla şöhret bulmuştur ki, bu ad Kur’an’dan ilhamla verilmiştir.

Türkiye’de bazılarının ısrarla “şeker bayramı” diye anmaları, ideolojik yobazlıktan kaynaklanmıyorsa, sahibini komik düşürücü bir cehaletten kaynaklanmış olmalıdır. Buna göre Kurban Bayramı da “et bayramı” olmuş oluyor.

“Şeker bayramı” komikliği, bu tabiri kullanan kişinin Ramazan’a bakışını da ortaya koymakta. Oysaki Ramazan Bayramı’nı “bayram” eden, bir aylık ruhi bakım ve onarımdır. Müminin bayramı ruhunun beslendiği, imanının kavileştiği, yüreğinin onarıldığı, iç dünyasının zenginleştiği, nefsinin terbiye edildiği, aklının saflaştığı bir sürecin kutlanmasıdır.

Efendimiz bayramı kastederek “Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır” buyurmuştur (Buhari ve Müslim). Bu bir tür şükür namazıdır. Rabbimizi sevincimize ortak etme, O’nun sevincimize ortak olduğunu bilme namazıdır. Sevinmeye değer olan şeyleri fark etmemizi sağladığı için O’na bayram namazlarıyla hamd ederiz. O’nun yüceliğini bayramda ziyadesiyle dile getiririz ki “seni güldüren de O’dur, ağlatan da”. Bayram namazı bu nedenle ziyade tekbirlerle doludur.

Efendimiz, bayram namazını cami/mescitte değil, “musalla” (namazgah) adı verilen açık ve geniş alanlarda kılardı. Bu, bayram coşkusuna en büyük kitlesel katılımı sağlamak içindi. Bugün bu ülkede rastlamadığımız bu güzel uygulama, birçok İslâm beldesinde hâlâ sürdürülüyor. 500 bin, hatta 1 milyon mümin kardeşinizle birlikte Rabbin huzurunda durmanın heyecanını düşünebiliyor musunuz?

Bendeniz Eski Kahire’nin Amr b. As Camii çevresinde böyle bayram namazlarına katıldım. Gözünüzün alabildiğine bir insan seli… Caddeler, sokaklar hep serilmiş. Yüz binler tek yürek olmuş. Bu bir tür “Arafat vakfesi”nin Mekke’nin kardeşleri olan diğer İslâm kentlerindeki “provası” gibidir.

Efendimiz ve sahabileri birbirlerini bayramdan sonra tebrik ederlerdi. Tebrik şeklinin “tekabbelallah minnâ ve minkum” (bizden ve sizden Allah kabul buyursun) şeklinde olduğu rivayeti vardır. Arap Müslümanlar şimdi “kulli ‘âmin ve entum bi-hayr” (sizin her yılınız hayırla geçsin) tebrikini kullanıyorlar.

Rasûlullah zamanında genç olsun, yaşlı olsun kadınlar da coşkuyla bayram namazına iştirak ederlerdi. Hatta hayız hali dolayısı ile namazdan muaf tutulan hanımlar da orada bulunur ve tekbirler sırasında cemaate sesleriyle katılırlardı (Buhari, ‘İdeyn, 15, 16, 18, 19; Müslim, ‘İdeyn, 1-3, 9-12 vd.)

Tüm okurlarımın bayramını tebrik ederim: Ömrünüz Ramazan, ahiretiniz bayram olsun.

Yorum Yaz