Bazı şeyler aşkla izah edilir

Bu tamam: Bir değeri nesneleştirmek, onu istismara ve tüketime açmaktır.

İnsan, vahiy ve hayat ölçeğinde düşündüğümüzde, bu değerlerin nesneleştirilmesinin nasıl bir istismara yol açtığını hep birlikte yaşıyor, görüyoruz.

Nesneleştirilmiş bir insan telef, nesneleştirilmiş bir vahiy tahrif, nesneleştirilmiş bir hayat tahrip edilmeye açık hale gelmiştir. Bundan kaçınmak, ancak bütüncül bir hayat tasavvuruyla mümkündür.

Her şey tasavvurda/tasavvurla başlar. Tasavvur, insanın algılayabildiği soyut ve somut her bir şeyin insan zihnindeki karşılığıdır. Hayat tasavvuru ise, insanın hayatına yön veren “istikamet açısı”dır. İşte bu nedenle, hayatı inşa tasavvuru inşadan geçer. İmha olmuş bir tasavvurla yeni bir hayat inşa edilemez. Tahrif olmuş bir tasavvur vahiy gibi mutlak hakikate atıf olan değerleri bile tahrif eder.

Tasavvur hem dilin, hem de fiilin ana rahmidir. İnsan dilinin, “eşya”nın tasavvura yansıyan gölgelerini kodlamaya yarayan bir göstergeler sistemi olduğu gibi, insanın tüm yapıp etmeleri de tasavvurundan bağımsız gerçekleşmez. Bir insanın tasavvurunu, ancak kavramlara yüklediği anlamlardan çıkarabilir, davranışlarını oluşturan temel koordinatları sadece bu yöntemle çözebilirsiniz.

Tasavvurun eylemi ne derece belirleyici olduğunun örneklerini hepimiz her gün yaşıyoruz. Şu politik arenaya bakınız. Aslında normalde bir şeye pozitif tavır alması beklenen biri, onun tam zıddı olan negatif tavır alınca, onun eylemini korku, kaygı ya da çıkar ilişkilerinin belirlediğine kanaat getiriyorsunuz. Bir şeyin “üzerine yürümek”le, bir şeyden “kaçmak” arasında, o şeyin insan zihnindeki tasavvuru birinci derecede etkilidir. Korku, işte bunun için insanın değer sistemini dumura uğratır.

Tahrip olan hayatı yeniden inşa edebilmek, telef olan insanı yeniden kazanabilmek, mutlak hakikatin göstergeleri olan vahyi ve varlığı zihinde tahrif etmemek için, hakikatin insan zihnine bağımlı olmaması şarttır. Değilse, mutlak hakikatten söz etmenin anlamı olmayacaktır. İnsan zihni, hakikate anlamını veren değil, daha çok okuyan, anlamaya çalışan ve yorumlayan yanıyla öne çıkmalıdır. O zaman insan haddini bilmiş olur.

Bir şeyi okumaktan söz edebilmek için, onun mesaj taşıdığından “emin olmamız” gerek. İşte mümin de ona denir: Varlığın amaçsız olmadığından emin olan, eşyanın mesaj taşıyan birer “ayet” olduğuna iman eden, başta özvarlığının amacını keşfedip, dış dünyanın bu keşifte yol gösterici işaret taşları olarak emanet edildiğini kavrayan, varlıkla ve varlığın sahibiyle emniyet/güven ilişkisi içinde bulunan insan.

Böyle bir insanın hayat tasavvurunun merkezinde iman bulunacak, bu insan hayatı imanla okuyacaktır.

Tasavvur dilin ana rahmidir, demiştik. Evet, insanın hayat tasavvuru kavramlara verdiği anlamda billurlaşır. Farklı bir ifadeyle insan hayat tasavvurunu ya kavramlarla ya da davranışlarla açığa vurur. Sadece bu kadar mı: Elbette hayır. Hayatı imanla okuyan biri, iman sözleşmesinin doğal bir uzantısı olarak, Allah’ın eşyaya verdiği “anlamı” arar ve kendisi de eşyaya o anlamı verir. Bunun tersi yanlış okuma, yanlış anlamadır ki, bu yanlış tasavvur ve yanlış eylem demektir.

Tasavvur -dil ilişkisini şu zıt anlamlı sözcüklere yüklediğiniz anlamları test ederek daha iyi anlayabilirsiniz: Kâr-zarar, başarı-başarısızlık, kazanç-kayıp, hayat-ölüm, izzet-zillet, iyi-kötü, gerçek-yalan, ebedi-geçici…

İsterseniz, Kur’an’ın bir neslin hayat tasavvurunu nasıl inşa ettiğine; hayat tasavvuru inşa olan bir neslin insanlığın geleceğini nasıl omuzladığına ve yüzyıllar boyu aydınlatacak bir iman ve aşk enerjisine nasıl dönüştüğüne bir örnek verelim:

Amiroğulları şefi Ebu Bera’nın isteği üzerine Hz. Peygamber bu kabileyi eğitmek üzere öz elleriyle yetiştirdiği kırk öğretmeni gönderdi. Yolda Meune Kuyusu yanında kendilerine kurulan tuzaktan habersiz dinlenmekte olan bu kafile, pusuya düşürülerek katledildi. Öğretmenlerden sadece develerin başında nöbet tutan iki kişi hayatta kalmıştı: Haris ve Amr. Haris olan biteni anlayınca yalın kılıç hainlerin arasına daldı ve şehit edildi. Geriye sadece Amr kalmıştı. Hainlerin liderlerinden Cebbar isimli biri Amr’dan ısrarla cenazeleri tek tek teşhis etmesini istiyor, “Burada cesedi olmayanı bana tesbit et!” diyordu. Sonunda cesedi bulunamayanın ismi tesbit edildi: Hz. Ebubekir’in azatlısı ve hicretin kahramanlarından Amir b. Füheyre. Onu ısrarla merak eden Cebbar ısrarlı merakının sebebini şöyle aktarıyordu: “Onu ben hançerledim, hem de sırtından. Ben tam hançerimi sırtından sokup göğsünden çıkardığımda beni hâlâ hayrette bırakan şu sözü söyledi: “İşte şimdi kazandım!” (kad necahtu’l-ân)

Cebbar şaşırmasın da kim şaşırsın?

Öldüren o, ölen diğeri; bu durumda kazananın kendisi olması gerekmez mi?

Bu nasıl bir hayat tasavvuru ki, “katil” değil de “maktul” başarılı oluyor. İhanet edip öldüren değil de ihanete uğrayıp ölen “İşte şimdi kazandım/başardım!” diyebiliyor?

Sizce kim kazanmıştır? Sizin hayat tasavvurunuza ve bu tasavvurdan yola çıkarak tanımladığınız “başarı-başarısızlık, kazanç-kayıp, ihya-imha” tanımlarına göre kazançlı olan kim?

Kendimize karşı dürüst olalım: Katil putperest Cebbar gibi mi düşünüyoruz, yoksa maktul mümin Amir gibi mi?

Burada, olayı tamamen “farklı” kılan, kullanılan kavramların farklılığı değil, o kavramlara yüklenen anlamların farklılığı. Aynı anlam farklılığını işkence altında inleyen Yasir ailesine Hz. Peygamber’in verdiği “kurtuluş müjdesi”nde de bulunuyoruz. Burada da “kurtuluş”a farklı bir anlam yükleniyor.

Aslında bu ve buna benzer tavırları anlamak, anlamlandırabilmek ve yorumlamak için tek başına akıl yetmiyor. Şu günlerde bazılarının yaptığı kurban tartışmasında da sorunun hayat tasavvuru sorunu olduğu nasıl da anlaşılıyor. Hz. İbrahim ve İsmail örneğini nasıl bir tasavvurla anlamalı?

Kurban akılla değil aşkla izah edilir. Hayatında, sahip olduğunu sandığı şeylerin kulu-kölesi olan ve bundan dolayı da hiçbir şeyini feda edemeyip “harcananlar” gerçekten sahip olan ve sahip olduklarını “adayanları” nasıl anlasınlar?

Öyle ya; karabaşın gözünde “kurban” dediğin et ve kemik, “Kurban Bayramı” dediğin de et ve kemik bayramı değil midir?

Hayat tasavvurunuz çok önemli, çok.

( 10 Mart 2000 )

Yorum Yaz