Ben görmeyeli memleket çok değişmiş

Avrupa’dan sıla-i rahm için ne zaman memlekete gelsek, önümüze çıkan bize içini döker. Buna zaten alışkındık. Fakat bu kez ağzımızı hayretten bir karış açan şeyler dinledik.

Anadolu’da dinlediklerimizin çoğu herkesin bildiği şeyler. Başta ekonomik sorunlar geliyor. Bu kez insanlar, eskisinden farklı olarak kuklaları değil kuklacıları arar gibiydiler.

Umarım bulurlar, diyeceğim ama zor bulurlar. Çünkü kuklacı sandıkları da, daha üst bir kuklacının kuklası çıkabilir. Hem artık ipler eskiden olduğu gibi fark edilecek kadar kalın değil. İnce, şeffaf… Bazı kuklacılar var ki, kuklalarıyla aralarındaki bağlantıyı artık iple değil uzaktan kumandayla sağlıyorlar. Ee, ne de olsa teknoloji gelişti.

Eş-dostla görüşmeler sırasında anlatılanlar içerisinde öyle şeyler vardı ki, insan ilk anda nasıl tepki vereceğini bile kestiremiyor.

O çok ünlü tepki şekliyle “Ay inanmıyorum!” mu dersiniz…

“Bu kadarı da olmaz ki canım!” mı dersiniz…

“Git sen onu külahıma anlat mı?” dersiniz…

Ya da en hafifinden “Olur mu öyle şey?” tepkisini mi verirsiniz…

Ben, en çok bu tepkiyi veriyordum. Ağzımdan en çok çıkan söz “Hadi canım sen de! Olur mu öyle şey?” oluyordu.

Fakat asıl canımı sıkan, inanılması imkansız şeylerin, sanki benim zeka derecemi ölçer gibi, ille de bana anlatılmasıydı. Acaba beni saf buldukları için mi bu inanılması imkansız şeyleri bana anlatıyorlardı?

İşte bu merakımı yenmek için, “olmaz, hayatta inanmam bunlara” diye cevap verdiğim şeylerden bir kaçını bu köşede okuyucularla paylaşmayı uygun buldum. Hatta bir dost dedi ki, “Bunların lafını etmek dahi tehlikeli, götürürler adamı vallahi” dedi…

Haklı olabilir, fakat ben zaten inanmıyorum ki. Sadece, bunları bana anlatanların beni saf ve zavallı biri buldukları için mi anlattıklarını, okurlarımdan öğrenmek istiyorum, hepsi bu…

Onlardan biri genç, karayağız bir Muşlunun anlattıkları.

Anlattıklarına bakılırsa, Muşlu genç, toprak sahibi bir ailenin çocuğuymuş. (O “toprak” diyemiyor, “torpak” diyor) Muş ovasında hayli toprakları varmış. Son yıllarda Virjinya tütünü ekiyorlarmış (Ben hiç anlamam ama cins bir ürün olduğunu anlatmak istiyor zahir). “İyi de para ediyordu” diyor. Muş Ovası, kısa zamanda bu ürün sayesinde aç ve sefil bölge insanı için umut kapısı haline gelmek üzereymiş.

Öyleymiş öyle olmasına da, delikanlının anlattıklarının bundan sonrası sadece filmlerde görülecek cinsten. Onların tütün ekmesini istemeyen birileri havadan helikopterlerle tütünlerin arasına Hint keneviri tohumu saçıyorlarmış.

Onlar, bunun farkında bile değilken, aniden teftişe geliyorlar ve tarlada tütünlerin arasında boy vermiş Hint kenevirlerini elleriyle koymuş gibi tespit ediyorlar ve sonra da tüm tarlayı ateşe veriyorlarmış. Genç, inandırıcılığını artırmak için midir nedir, film gibi hikayesini şu sözlerle bitirdi: “Ben buralara gelip elin işinde ırgatlık yapacak adam mıydım? Fakat ne yapalım ki koymuyorlar (O “goymiler” diyor)”.

Elbette olamaz! Zaten ağzımdan da bu çıktı ilk anda. İşte “beni saf bulduklarından mı bana anlatıyorlar?” dediğim inanılmaz olaylardan biri bu.

Bu tek değil. Mesela, şu hikayeye öyle ilk elde “olamaz” diyemedim, fakat inanmak da işime gelmedi:

Muhatabım bulunduğu ilçede elinin emeğiyle geçinen bir parti başkanı. Sıkıntıdan patlayacak kadar burnundan soluyor. Dükkânının önünde otururken, bana ilerideki kuyruğu gösterdi ve sordu: “Bu ne kuyruğu biliyor musun?

Nereden bilecektim ki?

O cevapladı: “Bu, rüşvet kuyruğu; devlet halka rüşvet dağıtarak dizginlemeye çalışıyor” dedi. Diliyle dişi arasında şunu da ekledi: “Halkla devlet… Kim kimden korkarsa o ona rüşvet gererek durumu idare edip geldiler bugüne kadar!”

Ben, oradaki bıyıkları sarkık delikanlıdan “Ya sev, ya terk et!” demesini beklerken o da onu desteklemesin mi? Dondum kaldım. Meğer o kuyruk, yurtdışından alınan 600 milyon dolarlık kredinin toprak sahiplerine dağıtım kuyruğuymuş.

Rakamlarla aram hiç iyi değildir. Aklımda yanlış kalmadıysa 100 dekar arazisi olana 2 milyar mı veriyorlarmış neymiş… O parti başkanı “bak” dedi, “bunların hemen hepsi muhtardan yalan belge imzalatıp geldi buraya; aman benim 30 dekarımı 100 dekar olarak imzala diye… Devlet sadece rüşvet vermiyor, vatandaşın ahlakını da bozuyor!”

Siz benim yerimde olsanız aynı tepkiyi vermez misiniz; hiç devletimiz sevgili halkına rüşvet verir mi? Bu ne kadar yanlış değerlendirme! Olsa olsa bu “kerim devlet” politikası gereği devletin halkına yaptığı bir nevi bir “babalıktır”…

Ben böyle söyledim, savundum… Savunmaz olaydım; o ülkücü bıyıklı genç (sonradan öğrendim, ülkücüymüş hatta bir ara başkanlık bile yapmış) bana bir sert yaptı, şaşırdım. Anlaşılan bu memleket ben görmeyeli değişmiş; çok, çok değişmiş, her şey alt-üst olmuş.

O genç “ben de devletimi severim, ülkücüyüm” diye başlayıp, mevcut hükümeti “halka ve vatana ihanetle” suçlamasın mı? Daha durun… Beni asıl şok eden şeyi işte orada söyledi: “Ben falanca başbakan yardımcısının ülkücü olduğuna inanmıyorum, o eski bir MIT ajanıdır.” Ben, “İftiradır, belgeni göster” demeye kalmadan; “Kapı gibi belgem var; bu gerçek, Alparslan Türkeş’in 1984’te yazdığı mektupta yazılı.

İnanmazsan www.gercekergenekon.4t.com adresine gir de gözlerin açılsın!” demez mi?

Memleketim ne hallere düşmüş böyle. Ya bu insanlar delirmiş, ya da beni saf buldular.

En iyisi ben dönüş biletini erkene aldırayım. Yoksa bu akla ziyan hikayeler benim de kafamı bozacak.

Yorum Yaz