Biliyorum: Hırsızın da suçu var!

Geçen haftaki “…Konformist” başlıklı yazı umduğumun üzerinde ses getirdi.

Belli ki bu yazı, birçoğumuzun içine attığı bir derdi depreştirmişti. İnsanımız, bu camianın içinden çıkıp, hatta önüne geçip, sonunda “konformizm” limanına demirleyenlere hayli içerliyordu.

İçerlemekte haksız da sayılmazlardı. Kimileri çıkıp, “Bizi gaza getirenler ufacık bedel ödemeyi göze alamadılar” diyordu. Ne cevap verebilirdim ki; “Mazeretleri vardır herhalde” demekten gayrı? Kimileri yaşadıkları sefalete bakıp, dün arkalarına sorgusuz sualsiz düştükleri insanların helal servetlerini dahi sorgulama noktasına gelmişlerdi.

Dün hatalarda hikmet arayarak uçta yer alanlar, bugün tüm güçlerini hikmette hata keşfedecek kadar karşı uca taşımışlardı. Ben şaşırma yetimi kaybedeli çok oldu. Kalkancı’ya bozulup Müslümanlığını bir utanç gibi gizlemeye çalışan -tevhidi Müslümanları-, bol zamanda nutuk atıp dar zamanda yola yatan dekadanları, hak ehlinin omuzlarına basarak yükseldikten sonra, hakla batıl arasında çöpçatanları gördükten sonra, siz olsanız şaşırma yetinizi kaybetmez misiniz?

Benim “insan mühendisi” dediğim, insan kaynakları uzmanı sevgili Murat Sayımlar aradı. “Yazı hayli etkileyici de bir kusuru var” dedi. “Nedir?” diye sordum. “Yarım olmuş” dedi ve ekledi: Eğer bu konu bir bütün olarak ele alınmazsa, adil olmaz; o da tek suçlunun konformizm durağında demirleyen bu insanlar olmadığının bilinmesi. En az bu insanlar kadar onlara bilgi, bilinç ve birikim olarak bu vasatı hazırlamayanların da suçlu olduğunu düşünüyorum.” Hak vermemek mümkün mü?

Kişinin eylemi bilgisini aşamaz

Çok sık duyuyoruz: “Falancanın yaptığına bak!?”

Tabii ki o falanca genellikle önde olan biridir. Bu cümle bir beklentinin gerçekleşmediğini de haber veriyor. Dahası, kendisinden beklenmeyen bir yanlışın sudur ettiğini vurguluyor. Alttan alta bir hayal kırıklığı seziliyor. Fakat şu soru hiç sorulmuyor: “Peki, o falanca, bundan iyisini yapabilecek bir donanıma, yeteneğe, kapasiteye, bilgi ve bilince sahip mi?”

Mesela, -modeli- müsait mi?

Aldığı terbiye, gördüğü eğitim, elde ettiği birikim?

Yok… Yok… Yok!

O halde, ondan mevcuttan daha farklı, daha iyi bir tavır beklemek gerçekçi olur mu? Hem ona zulüm, hem kendini aldatma sayılmaz mı?

Şimdi şu gerçeği söylemenin tam zamanı:

Kişinin eylem, tavır ve davranışı bilgisini aşamaz. Kişinin bilgisi bilincini aşamaz. Kişinin bilinci tasavvurunu aşamaz…

Adamın tek itici gücü his ve heyecanıysa; his ve heyecanlarına hitap ettiğiniz oranda sizi muteber görecektir. Yok adamın itici gücü bilgi ve imanıysa, bu kez de bilgi ve imanına hitap ettiğiniz oranda sizi muteber görecektir. Bilgi ve imanına hitap etmeyenlerle gönül eğlemeyecektir. Etrafında hep bilgili ve inançlı insanlar yer alacaktır. Kendisi bunlarla ikna olacak ve başkalarını da bunlarla ikna edecektir.

“Mayın eşeği” yerine konulmak

Hayli oldu, birçok yapıda hasbi yükler sırtlanmış ve hizmet ettiği yapılarda hayli insana emeği geçmiş yaşlı başlı bir emektar, bütün geç kalmışların telaşıyla ömür boyu üstatlarına, ağabeylerine, liderlerine, efendilerine, hocalarına soramadığı tüm “neden” ve “niçin”leri peş peşe sıralarken görmüştüm. Bunları sormakta neden bu kadar geç kaldığını sorduğumda, beni bin pişman eden bir cevap aldım:

“Bizi mayın eşeği yerine koydular!”

Bilenler bilir: Doğu ve Güneydoğu’da sınır kaçakçılığı yapanların vazgeçemediği bir yöntemdir mayın eşeği kullanmak. Kaçakçılar mayınlı araziden geçmeden önce ellerindeki eşekleri sürerler mayınların üzerine; onlar yol açar, telef olan olur ve arkadan kaçakçılar “emin bir halde” tehlikeli bölgeyi aşmış olurlar.

Böylesine acı bir itiraf, ancak yaptıklarını tasavvur düzeyinde hiç sorgulamadan, hiç tartışmadan yapanların ağzından dökülür. Kısa vadeli hesaplar, plansız projesiz çıkışlar, günübirlik politikalarla bundan farklı bir sonuca ulaşılsa, o sürpriz olurdu.

Bireysel ve toplumsal değişim üzerine kafa yormamış. Bırakın kafa yormayı, kendisini dahi inşa etmekten ve değiştirmekten aciz. Yaptığı hiçbir eylemi “tasavvur” düzeyinde tartışmamış ve tartışabilecek bir yetenek, bilgi ve birikimden de yoksun. Hasbelkader eline geçirdiği bir imkânı, his, heyecan ve güdüleri istikametinde kullanmaktan kaçınmamış. Eline düşen insan unsurunun en büyük imkân ve hazine olduğunun şuurunda olmadan, insan malzemesini babasından kalan servet gibi hovardaca harcamış. Yine söz konusu insan unsurunun en büyük vebal olduğunun sorumluluğu altında ezilmemiş, inim inim inlememiş…

Dini kılıf geçirerek sürüleştirmenin her türünü mubah görmüş. Elinin altındaki insanları akıldan arındırıp onları daimi ve uzatmalı birer –kuzu- haline getirmek için akla hayale gelmedik tezgahlar, dümenler ve düzenler kurmuş. Bu insanların bir gün gözleri açılınca yaşayacakları savrulma ve travmayı hiç düşünmemiş. Bir gün gelip “Bizi mayın eşeği yerine koydular” diyeceğini hiç akla getirmemiş…

Haşa! Bin kez haşa!

 

Yorum Yaz