”O zalimler nasıl bir inkılap ile tepetaklak olacaklarını zamanı gelince anlayacaklar!”

Biz kullar acele ederiz. Çünkü biz kullar parçayı görürüz. Bütünü yalnızca Allah görür.

Bazen bütünü göremediğimizi unutur, parçayı bütün zannederiz. Bunun için de umutsuzlaşır, kahreder, yakamıza küseriz.

Her firavun böyledir. Gücü eline geçirdiğinde tanrılık taslar. Zulmeder. Bin yıl hüküm sürmekten söz eder. Zulmünü artırdıkça zevaline yaklaşır. Her firavun Kızıldeniz’ini mutlaka bulur.

Saddam da tarihin tanık olduğu bir yığın firavundan biriydi. Başta laikti. 2500 yıllık Babil uygarlığının varisi olmaktan söz ediyordu. Oğullarına Cahiliye devrinin en güçlü iki kabilesinin adını vermişti.

ABD tarafından Şah’ı yeni kovmuş olan İran’ın üzerine saldırtıldı. Bir milyon Müslümanın ölümüne sebep oldu. Halepçe’de kimyasal silahla 5 bin masumu katletti. Halepçe, ABD’nin Ensaru’l-İslâm mensuplarını katlettiği yerdi. Tesadüf değildi. Çünkü Kürtler içerisinde dini-siyasi örgütlenmenin merkezi burasıydı. Zaten ABD Halepçe katliamından dolayı Saddam’ı resmen hiç kınamadı.

Saddam İran’a saldırırken onu en çok destekleyenler Suudiler ve Kuveytlilerdi. 8 yıllık savaşın sponsorluğunu onlar yapmışlardı. ABD ve Batı da teknoloji satmıştı. Sonunda besledikleri canavar kendi ayaklarına dolaştı.

Saddam gerçekten eşine az rastlanan ruh hastası bir cani idi. En küçük kuşkuyla göz kırpmadan en yakınlarını öldürtürdü. Bunlar arasında iki damadı da bulunuyordu. Bir bakanını bakanlar kurulu toplantısı sırasında kendisi bizzat öldürmüş, ona görkemli bir cenaze töreni yaptırmış, nâşının üzerine ise çelikle takviye edilmiş beton döktürmüştü.

Saddam kimyasal silahı sadece Halepçe’de değil, 1977 yılında Fav bataklıklarında da kullanmış, yaklaşık 15 bin İranlı asker ölmüştü. Bu vahşetten kurtulabilenlerin nasıl dayanılmaz ıstıraplar içinde inlediklerini o sırada uluslararası bir kongre için davetli bulunduğum Tahrandaki bir hastanede gözlerimle görmüştüm.

Acaba derdim kendi kendime, bu adamın akıbeti ne olacak. İşte Allah gösterdi ve daha da gösterecek. Bu duruma bakıp şimdiden sorabiliriz: ABD’nin ve bugünkü işgali sürdürenlerin akıbeti ne olacak?

Evet, mutlaka bulacaklar belalarını. Fakat ne zaman ve nasıl?

Âlemi çekip çeviren müdebbir gücün hesabı her hesabın üstündedir. Parçada berbat görünen bütünde mükemmel durur. Ama bütünü görmekten aciziz. Parçayı görüyor ve bütünden bağımsız değerlendirmeye çalışıyoruz. Elbette yanılıyoruz. Yanıldığımızı daha bu dünyadayken görüyor ve anlıyoruz.

Ama bu bile bir şey değil. Bunun bir de ötesi var ve bütün bu oluş ve bozuluş alemi ve içinde deveran eden her şey asıl anlamını orada bulacak. Anlayamadığımız ve anlamlandıramadığımız birçok parçayı bütün içerisinde görünce kafamıza dank edecek ve “Ha, demek öyle miydi!” diyeceğiz.

Şu da var ki, eğer Kitap, kainat ve hadisât ayetlerin birlikte okuyabilirsek, parçalar arasındaki irtibatı doğru kurabiliriz. Bu basiret ve ferasete sahip olabilirsek, kendi Saddam’ımızı kendimiz çıkarmayız. Kendi belamızı kendi ellerimizle bulmayız. Bize darağacı olacak ağaca su vermez, gözümüzü oyacak kargayı beslemeyiz.

Tarihin yasasıdır: “Zalim Allah’ın kılıcıdır; onunla intikam alır döner ondan da intikam alır. İntikam Allah için kullanıldığında şu anlama gelir: “Kulunun yaptıklarının acısını kendisine tattırması. Unutmayın her zalim gücünü, ona sessiz kalan mazlumlardan alır. Bir de başlıktaki Şuara suresinin son ayetini unutmayın.

 

Yorum Yaz