Bir “çınar”ın gölgesinde serinlemek

Ne seçim şamatası, ne geçim dağdağası. Bugün sizi bir başka iklime götürmek istiyorum.

Daha doğrusu gölgesinde serinlediğim bir “çınar”dan bazı sevap esintiler ve efiltiler taşımak istiyorum bunalan ve daralan yüreklerinize.

Zamanı onaran adamlar vardır. Onlar birer metafizik işçidirler. Herkes tüketirken onlar üretirler. Herkes yatarken onlar ayaktadır, herkes uykudayken onlar uyanıktır. Kitleler günaha koşarken onlar duaya dururlar. Herkes kendisi için telaş ederken, onlar herkes için telaş ederler.

Bu tür adamlar, “iyi şeylerin” kalıcılığının göstergesidirler. Modanın cazibesine, makam ve mansıbın göz kamaştırıcılığına, sahte ve sanal değerlerin albenisine rağmen, “ortak iyiyi” ve “kalıcı güzelliği” temsil ederler.

Duruşu ihanete ayarlı birçok nadanın adam sayıldığı bir ortamda bakışı itimat telkin eden, yüzünden nur özünden huzur akan bu tür insanlar da olmasa, içimizdeki çocuk hepten küsecek. Hele ki onlardan birileri tek tük de olsa her zaman bulunmakta, bir adamlık mayası gibi adam olacak çocukları ve yetişkinleri mayalamakta. Kendi yüreklerinin en ücra köşesinde yaşasalar da, hayatın altında sahih bir dipnot gibi, zamanlar ve mekanlar üstü olana hep birer atıf olarak durmaktalar.

İşte onlardan biri de Ahmet Muhtar Büyükçınar.

83 yıllık, ilme adanmış bir ömür. Esrar satıcılığından, kaçak bir şarap imalathanesinde çıraklıktan, Şam ve Kahire’de ilim tahsil edip Aynüşşems Üniversitesi’nde hocalığa kadar varan bir acayip hikaye onunkisi.

Akranları ve arkadaşları bir bir göçtüler. Mahir İz, Ali Ulvi Kurucu, Abdurrahman Gürses? Ahmet Hoca o usul ve sakin ses tonuyla onlardan söz ederken sanki her biri canlanıp orada sizi dinliyorlar gibi bir hisse kapılıyorsunuz.

Özellikle de hocalarından ve üstadlardan: Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, onun oğlu üniversite hocası İbrahim Efendi, ünlü alim Zahid el-Kevseri, Yozgatlı İhsan Efendi ve daha birçokları?

Onlardan rahmet ve saygıyla söz ediyor. Bu arada Mustafa Sabri Efendi’yle talebesi ayarında olan büyük alim Zahid el-Kevseri arasında ömürlerinin ileriki yıllarında yaşanan tatsızlığın sebebini de öğrenmiş oluyorum.

Aramızda yaşayan canlı birer tarih olan bu gibi zatların ziyaretinden sayısız bereket istihsal edileceğine inanıyorum. Şimdiye dek bu inancımı boşa çıkaranı olmadı. Gök kubbede bir hoş sada bırakan bu gibi değerli büyükler beka yurduna intikal etmeden mutlaka istifade etmeli.

Etmeli etmesine de, bu tür insanları bizar eden bir ziyaret mantığından şiddetle uzak durarak. Ona ben “türbe ziyareti mantığı” adını veriyorum. İnsanımız, birçok şeyin olduğu gibi, “ziyaret” gibi muhteşem bir imkanın da içini boşaltıp törenselleştirmiş bulunuyor. Türbeci mantık, dirileri bile türbe niyetine ziyaret ediyor; istifade etmek için değil, “teberrüken”?

Oysa, bırakınız dirileri, nice ölü zannedilen büyüğün kabri ziyaret edilirken dahi diri ziyareti gibi telakki edilmeli değil midir? Mesela Ebu Eyyub Halid b. Sinan el-Ensari Hazretleri? Hani şehitler ölmezdi? Ki zaten ölmüş de değil. O sadece ebedi âlemde değil, bu dünyada da ameliyle yaşıyor. O Eyüp’te yatmıyor, o Eyüp’te “ikamet ediyor”, yani Eyüp’te meskun biri? Bendeniz Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Sahra-yı Cedid Mezarlığı’nda ikamet ettiğini ve ebedi eseriyle halen aramızda yaşadığını düşünürüm.

Heyhat? Dirilerine ölü muamelesi yapanlar, ölülerini nasıl diriltsinler? “Söz verdim” diyor Ahmet Muhtar Hoca, “ders isteyen her talebeyi okutmaya ve bunun karşılığında da ücret talep etmemeye.” Bu sözüne halel getirmemek için birden çok meslek edinmiş. Elli yılı aşkın hocalık hayatı boyunca “elin” değil “elinin” emeğini yiyerek geçinmiş. Şimdi kendileri üniversitelerde hoca olan talebeleri onun canlı eserleri.

Ne yalan söylemeli, İhsan Tekoğlu ağabeyin delaletiyle Ahmet Muhtar Hoca’yı Çınarcık’taki denize nazır evinde ziyarete giderken meselelere sınırlı bir açıdan bakan klasik bir din alimi tipiyle karşılaşacağımı ummuştum. Fakat huzurunda bulunduğumuz ihtiyar delikanlı kendisinin yarı yaşındakilerin dahi ulaşamadığı arı ve durulukta genç ve dinç bir bilince sahip.

Tarihi olaylar hakkındaki kıymet hükmü, gerçeğe kılıf arayan değil, hakkı hık-mık etmeden sahibine teslim eden bir içerik taşıyor. İslam tarihinin en netameli ilk yılları hakkında cesur ve hakkaniyetli tahlillerde bulunuyor Hoca. “Hadislerle Müslümanlık” adıyla neşredilen Hayatu’s-Sahabe ve Sünen-i Nesei müterciminin bu yaşta sergilediği zihni performans, ilmin sahibine kazandırdığı keskin basiret ve ferasetle açıklanabilir.

Bu ziyaret, şu kasvetli ortamda ruhuma doping gibi geldi. Çıkarken Hocaefendi’nin “Bir daha uğrarsınız değil mi?” arzusunu, “Elbette” diye karşılamam bundandı. Çünkü, hepimiz oksitleniyoruz; yürek yıkayan usta ellere her zamankinden daha muhtacız.

Özetle, bir çınarın gölgesinde dinlenmeye doyum olmuyor.

 

Yorum Yaz