Bir haccın ardından (1)

Hemen belirteyim ki, eğer meşru/şer’i bir gerekçe yoksa birilerinin farz haccına mani olma pahasına nafile hacca gitmeyi hoş karşılamadım.

Benimkisi, bir dostun ricası üzerine, ayıptır söylemesi, “VİP” kontenjanından kotarılmış bir vize ile çıkılan bir nafile hac seyahati. Daha başka vize imkânlarım da olmasına rağmen, onları kullanmayı düşünmedim. Bu kez kısmet böyleymiş.

Ben de diğer yol refiklerimden öğrendim “VİP” diye bir kategori olduğunu, bu kategoriden gitmeyi göze alanların normalin üç misli para ödediklerini. Bu parayı göze alana kota mota sökmüyormuş. Yeter ki sen küçük bir servet tutarındaki bu miktarı vermeyi göze al, baş üstünde yerin oluyor, “Geç buyur otur/ Ver al götür” diyorlar. Sen de kurula kurula, kırıta kırıta, kota üstü krem de la-krem hacı, pardon “VİP” oluyorsun.

Madem söz kotadan açıldı, hemen sorayım: Sahi, hiç düşündünüz mü, nereden çıktı şu kota meselesi?

Hemen diyeceksiniz ki: Sayı çokluğundan? Hacı sayısı çok olunca, yönetilemez oluyor, bu da izdihama yol açıyor, izdiham ise toplu ölümlere sebep oluyor? Buna bir de izdiham sonucu ölen hacılara ait şu rakamları ekleyince, mazeret “lök” gibi oturuyor, dut yemiş bülbüle dönüyorsunuz: Yıl 1990, ölen hacı sayısı 1426. 1994’te 270, 1997’de 349, 1998’de 150, 2001’de 35, 2004’te 244 ve nihayet 2006 başındaki hacda 367 kişi.

Allah’ın verdiği akla ihanet etmeyeceksen soracaksın arkadaş: Bu hacılar nerede ölmüşler?

Hepsi de Mina’da, şeytan taşlama mahallinde.

Peki, bu sene orada ölen olmuş mu?

Hayır, kayda değer bir kayıp olmamış.

Niye olmamış?

Çünkü hacıların emniyet ve güvenliğini sağlama sorumluluğu üzerinde olan Suudi Yönetimi şeytan taşlama mahallinde tedbir almış, orayı yeniden inşa etmiş. Mevcut kapasitenin iki, hatta üç mislini kaldıracak bir tevsi ve tanzim projesini yürütüyor.

Peki, bunu yapmak için neden binlerce hacının ölmesini beklemiş?

İşte burada dur! İstersen şunu da ekle: Bu sene hacı sayısı geçmiş yıllardakinden daha fazla idi, zira “Hacc-ı Ekber” diye 5 yılda bir hakkı olan Suudilerin çoğu bu haklarını bu yıl kullandılar. Yine de Cemerat’ta izdiham olmadı. Hadi buna, bu yıl Suudi ulemasının verdiği “Günün her saatinde şeytan taşlanabilir” (ki bu fakir bunu, 8 yıldan beri söyleye söyleye dilinde tüy bitmiştir) fetvasını da ekleyelim.

İyi de be birader, sırf şeytan taşlama mahallinden kaynaklanan bir izdiham yüzünden koskoca hac ibadetine sayı sınırlaması getirilir mi? Madem bu kadar kolay çözülüyordu, çözseydiniz a! Hem, şimdi çözdünüz, üstelik mevcudun iki, hatta üç katını da kaldırır. İstenirse, orada değil 5 milyon, 50 milyon hacı ağırlanır. Söyleyin para mı yok, imkan mı yok, eksiğinizi söyleyin?

Hepsi var. Fakat bu işi yapması gerekenlerin buna gönülleri yok. Bir ihtimal onların var, fakat onların ipini elinde bulunduran küresel güçlerin gönülleri yok. Bunu nereden mi çıkarıyorum. Bunu, Kâbe’nin etrafına o çirkin kulelerin dikilmesinden anlıyorum. Ebu Kubeys’in sırtına binen saray, Hilton, Inter Continental zaten bir çirkinlikti. Şimdi bu çirkinliğe, onların arasına Ecyad tepesi katledilerek kondurulan Zemzem Towers tüy dikti.

Göreceksiniz, yarın sarayın arkasındaki Müslümanlara uygulanan o ünlü boykotun sessiz tanığı Şi’b-i Ebi Talib de doların dayanılmaz aşkına kurban edilecek, onun yanındaki bakir sırtlar da! Ve Kâbe böylece boğulacak, Kâbe nefessiz kalacak.

Bu ne demektir? Bu şu demektir: Buraya bundan böyle daha fazla insan gelmesin! Bakın, yer almıyor! Hem yeri elinizle daraltacaksınız, hem de “yer dar” diye mazeret göstereceksiniz. Allah aşkına bu kime ve neye hizmettir? Ondan sonra da, kota koyacak ve önceki cinayeti sonraki cinayetin mazereti sayacaksınız. Olmaz böyle. Tüm insanları sus payı verip sustursanız, melekleri, sessiz çığlık atan Kâbe’yi, dahası Allah’ı susturamazsınız.

Kota meselesinde haklı olabilirler mi? Asla olamazlar. Orada eğer haccın ruhu tecavüze uğrayıp zedelenmemiş, Kâbe’nin etrafı birkaç kilometre çapında Allah Rasulü zamanındaki gibi bakir bırakılıp tüm yapılar geriye çekilmiş, hacıya Hz. Peygamberin haccı gibi bir hac yapma “imkanı” (Zaten işin esası da bu değil midir?) sunmuş olsaydınız, zaten canı seyahat isteyen, önüne gelen, keyfi yeten koşup “hacca gidiyorum” bahanesiyle kalabalık etmeyecek, sadece bu işin tabii zahmetine katlanmayı göze alan gerçek ibadet ve taat ehli hacca gelecek, bu da doğal bir kota anlamına gelip, gereksiz yığılma önlenmiş olacaktı. Bu sayede, siz vebal altında kalmadığınız gibi, hac da gerçek anlamda hac olacak, yapan yapmayan belli olacaktı.

Böyle yapmadılar. Bunu yapmak için ne kafa yapıları ve din tasavvurları müsaitti, ne de siyasi iktidar ve iradeleri yeterliydi. Hesapta hacılara hizmet ediyorlardı. Fakat gerçekte, haccın ruhundan yırtıp hacının hazzına yamıyorlardı. Gerçek VİP hizmetini, insanları Resulullah’ın yaptığı hacca yaklaştırdığınız oranda vermiş olursunuz. Fakat dertleri “hayır” değil de “haz” olanlar, haccı VİP edemeyince, hacıyı VİP etmeye koyularak, yağlı müşterinin cebine selam yolladılar.

Hasan Cemal’den ödünç alarak yazıyorum: “Kimse kızmasın kendimizi yazdım”. Diyanet’te görev yapan kardeşlerim de, diğer tur operatörleri de, zavallı hacılar da, o beldeleri Allah’ın kendilerine emanet ettiği yöneteni ve yönetileniyle Araplar da, hepimiz aynı ümmetin unsurlarıyız; yani, Allah’ın Fatiha’da “ihdinâ” (bize doğruyu göster) dedirttiği biz!

Zaten bu yazılar, hazin bir yüreğin canhıraş duasından başka nedir ki?

Yorum Yaz