Bir haccın ardından (2)

Sefer zahmettir. Hac büyük bir seferdir. O halde, hac da zahmettir. Haccın zahmeti büyük rahmettir.

Ancak büyük rahmet olan zahmet, haccın tabiatından ve tabii ortamından kaynaklanan zahmettir; insanların, hele de organizatörlerin verdiği suni zahmet değil.

Rahmet olan tabii zahmete örnek çok; mesela ihram yasakları… Bu şu demek: “Allah’ım! Senin haram kıldıklarından geçmiştim, şimdi senin helal kıldıklarından da geçmeye hazırım; yeter ki razı ol!”

Mesela, Diyanet organizasyonlarında tamamen terk edilen çıkış Mina vakfesinin verdiği mübarek zahmet. Sahi Diyanet Hz. Peygamber’in yaptığı Tevriye günü olan Zilhicce’nin 8’indeki çıkış vakfesini niye yok saydı ki? Bunu sorduğum bir eski tüfek, bu soruma şu cevabı verdi: Diyanet son Mina vakfesinde organize yapamadı, neredeyse hacıları Arafat’a yetiştiremeyecekti, bir daha bu duruma düşmemek için vazgeçti”. Ne kadar doğru, bilemiyorum. Oysaki çıkış Mina vakfesi, farz namazlardan önce kılınan sünnete benzer. Uzun yola çıkacak motoru ısıtmak gibidir. Mübarek bir zahmettir. Bunu yok saymak, haccın mübarek zahmetini kaldırdığı için haccın kalitesinden eksiltmektir.

Mesela izdihamın verdiği zahmet… Herhalde yani, o okyanusa karışan bir damla olmadıktan sonra, ne kalır geriye? Mesela Arafat’taki o “mübarek sefalet” ve her tür konforun bilinçli reddi. Hoş, şimdiyi kadar hiçbir kavmin aklından geçmeyen, beş yıldızlı Arafat vakfesi ucubesini de “biz Türkler” akıl etmiş bulunuyoruz. Allah akıl fikir ihsan eylesin.

Mesela, bizim hacıların otobüs belası uğruna mahrum bırakıldığı o Arafat’tan Meş’ar ve Mina’ya gürül gürül akan milyonlar içinde olmaktan mahrum edilmesi… O tadına doyum olmayan mübarek “zahmet”ten mahrumiyet… Kur’an’ın “Sonra, insanların çağlayıp aktığı yerden siz de çağlayıp akın” dediği olay. Bana sorarsanız bir hacı, haccı ancak yaklaşık 10 kilometrelik tek molalı (Müzdelife) bu yürüyüşle iliklerine kadar hissedebilir. Bu açıdan, bu mübarek zahmeti ortadan kaldıran otobüsle taşıma icadı hacı için “acı bir kayıptır”.

Mina’ya o klimalı çadırlar ilk yapıldığında, hepimiz alkışladık. Büyük hizmet olarak tebcil ettik. Klimaları gören gözlerimiz, Türkiye, Pakistan, İran vs. diye ulus devletlere göre bölünen, bu bölmeleri cezaevine çeviren demir parmaklıkları görmedik. Yıllar önce bu çadırlardan birinde çıkan yangında, yüzlerce hacının sırf bu demir parmaklıklar yüzünden ölmesi bile aklımızı başımıza getirmedi. Bu uygulama Müzdelife’ye yayıldı. Bu yıl aynı demir parmaklıkları Arafat’ta görünce, Mina’da yapılanın hiç de iyilik olmadığını bu fakir ancak o zaman fehmedebildi.

Arafat’ta demir parmaklıklar, Niçin? Görünüşte “hizmet” ve “rahatlık” için. İyi de, hüccac Arafat’ta topu topu kaç saat kalacak yahu? Taş çatlasın 24 saat. 24 saatliğine konforundan fedakarlık edemeyecekse, insan hacca niye gelir ki? Venedik’e gitsin, Paris’e gitsin, hacda işi ne? Zaten haccın amacı insana mahşeri yaşatmak değil mi? Sırtındaki ihram kefenin sembolü değil mi? Arafat, mahşerin provası değil mi? Mahşerde konfor mu olur?

Ama Arafat’taki demir parmaklıklar, bu kadar masum değil. Özür dilerim, o parmaklıklar, o turnikeler, Arafat’a “koyun ağılı”, hacıya “koyun”, hacca “koyun yayma”, görevlilere “çoban”, tur operatörlerine “celep” gibi bakmaktır.

23 Nisan törenlerine götürülen ilkokul öğrencileri gibi sınıf sınıf sıraya dizilen koca koca adamlar, başlarında “öğretmenleri”, sırtlarında okul önlüğünü andıran üniformaları, onların yerini ihram aldıktan sonra da çantalarında sınıf kartları, tin tin bu demir parmaklıklı bölmelere turnikelerden sokuluyorlar. Hücacla karışıp bulaşmamalarına özen gösteriliyor. Kapıya da bir “görevli” koyuyorlar. Gerekçe, “kaybolmasın” imiş. Nerede kaybolacak? Arafat’ta. Yahu bırak da Arafat’ta kaybolsun. Deli değil, çocuk değil. Ya deli ve çocuk muamelesi niye?

İnsan kendi başına çıkıp gelen, o muhteşem ve mübarek mahrumiyeti doyarak yaşayan gariban ülkelerin hacılarına imreniyor. Onlar özgürce, ağıllara doluşturulmadan, kapısına nöbetçi dikilmeden, müsamere çocuğu muamelesi görmeden, içinden geçtiği gibi dua edip kendisiyle baş başa kalma avantajına sahipler. Gel de imrenme?

Başa dönelim ve tespiti yapalım: Haccın doğal zahmetini azaltan her yeni düzenleme haccın ruhundan yırtıp cesedine yamanan bir yamalıktır. Hacca eziyet, haccın değer ve kalitesini düşürmektir. Menasiki yıldızlamak, haccın kalitesini artırmaz düşürür, Hac doğal zahmetiyle hacdır. Haccın doğasından kaynaklanan her zahmet haccın rahmetini artırır.

Fakat buna organizatörlerin hüccaca yaşattıkları eziyet dahil değildir. Her eziyet, eza görene, duruşuna göre bir rahmet olabilir, fakat eza edene bir günah ve vebal olacaktır. Tıpkı kafilemiz Cidde havaalanında, gözle ayan beyan görülen organize bozukluğu ve hizmet kusuru yüzünden 6-7 saat bekletilmesi gibi. Üstelik bizler VİP kafilesindeymişiz, iyi mi? Yine Mekke’den Medine’ye çıkarken, “Öğlenin ardından otobüslere binilecek” vadine inanıp hazır ve nazır olan kafilemizin, ancak yatsıya yakın yola çıkabilmesi gibi. Yine aynı organize bozukluğu yüzünden, Medine’den havaalanına dönüşte otobüslerin içinde sırf otobüs şoförleriyle “münasip” bir dilde kontak kurmayı beceremeyen sorumlular yüzünden saatlerce bekletilişimiz gibi?

Hele işini iyi yapmayan, sorumsuzca davranan ve bu yüzden hacılara hiç hak etmedikleri eza ve cefaları yaşatan görevlilerin, çirkin bir istismara sapıp “Aman dönünce buradaki olumsuzluklardan söz etmeyin, günahtır” demeleri yok mu; hepsine tüy dikiyor; tavus tüyü değil, karga tüyü?

Yorum Yaz