Biz yargılama sanıyorduk, meğer ‘maç’mış

Dört günlük Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dersinin, bir kararlık ömrü olur.

Bunca yıllık ideolojik ön yargı dört günde temizlenir mi? Hülasa-i kelam, Türk yargı sistemi ideolojik ezberini kolay kolay bozacağa benzemiyor.

Dört günlük AİHM dersinin hikayesi şu: Geçen yılın 1 Haziran’ında 20 Yargıtay üyesini alıp Strasbourg’a götürürler. Amaç AİHM’de “ortak çalışma”. Orada dört gün “ortak çalışma” yaparlar. Bu arada AİHM yetkilileri, ellerindeki dosya sayısının 50 bine yükseldiğinden şikayet eder.

Bu olayı, bir karar münasebetiyle hatırlattım. Milli Gazete yazarı Selahaddin Aydar’a, Türkiye’deki laiklik uygulamasını eleştiren yazısından dolayı mahkumiyet kararı verilir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bu kararı 13’e karşı 14 oyla bozar. M. A. Birand bunu “devrim” olarak niteledi. Ertuğrul Özkök’e göre, bu “devrim”i Türkiye, Yargıtay üyelerinin Strasbourg’da geçirdikleri dört güne borçludur.

Selahaddin Aydar’a verilen mahkumiyet kararını bozan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun (YCGK) gerekçeli kararı, bu ülkede nicedir izine rastlanmayan ‘hukuki’ bir metindi. En kötümser olanımıza dahi “İstenirse, oluyormuş!” dedirtti. Altı üstü ideolojik önyargıya dayalı olmayan, yani olması gereken bir gerekçeydi. Açıklanan fikir, ne kadar “sarsıcı” ve “aykırı” olursa olsun, onu açıklamak düşünce özgürlüğü kapsamına girerdi. “Laikliği korumak için yasaklara gerek yok” idi. “Laiklik halkın korumasına bırakılmalı” idi.

Fakat YCGK’nın bu gerekçesine bakarak hukukun bu ülkeye geri geldiğini düşünenlerin sevincini kursağında bırakan, kararın 14-13 gibi bir oranla alınmış olmasıydı. Yani bu sevinç pamuk ipliğine bağlıydı. Ama yine de bu ülkede önyargısız bir yargı olabileceğine dair bir umut ışığı sayılabilirdi.

Dikkat edin, “yargı”dan söz edilen bir yerde “önyargı”dan söz edilemez, “önyargı”dan söz edilen bir yerde ise hukuktan söz edilemez. Türkiye’de yargı ideolojik “önyargı”larını aşamadıkça hukukun değil siyasetin bir parçası olmaya devam edecektir. Yargının “siyasal bağımlılığı” sorununun hükümetlerle alakası yoktur. Yargının ideolojisiyle alakası vardır. Bu da bağımlılıktan çok daha derin ve temel bir sorun olan “yanlılık” ve “taraflılık” sorununu ortaya çıkarmaktadır. Tarafsız olmayan bir yargı, “yargı” değil “önyargı”dır.

Strazbourg’da geçirilen dört günün ömrü, bir kararlıkmış. Aydar kararından yaklaşık bir ay sonra, aynı merci, 2000 yılında yazılmış bir yazıya verilen beraat kararını bozuyor. Bu hukukun içinde bulunduğu vahim iç çelişkiyi ve tutarsızlığı ortaya koyuyor.

Bir de olayın basın ayağı var ki, burası gerçekten çok daha vahim. Doğan’ın Hürriyet’i “Son Karar” diye manşet yapıyor. Pek sevindirik olmuşa benziyor. Bu, îmâlı bir manşet. YCGK’nın özgürlükçü kararının ‘hükümsüz’ olduğunu îmâ ediyor. Bu kez parmak sayısı hayli farklı: 4’e karşı 24. Sabah daha sevindirik. Onun manşeti “Yargıtay’da Rövanş”.

Tam bir maç havası bu. Malum basının hukuk diye bir derdinin olmadığının da göstergesi. Sizinkiler, bizimkiler? Sizin takım, bizim takım? Bunlar da amigo oluyorlar. Dibek dövenin “hınk” deyicileri.

İyi de, ortada iki takım yok, bu nasıl rövanş? Ceza Genel Kurulu kendi kendisine mi gol attı? Bu nasıl mantık? Futbol holiganlığından sonra şimdi de başımıza “hukuk holiganlığı” mı çıktı? Futbol terörünü futbol holiganları azdırıyordu. Bu manşetlerle hukuk holiganlığı yapan malum basının estirdiği hukuk terörünü, hangi polisiye güçle önlemeli?

Bu durumda sormak gerek: YCGK’da bir ayda ne değişti? Hukuk değişmedi, hukukçu değişmedi. Karar niçin değişti? Bunun cevabını merak eden var mı, bilmiyorum. Ben merak etmiyorum. Sadece, o klasik “Burası Türkiye” filminin, “yargı”yı aşıp “önyargı”ya dayanan sahnelerinden birini izlediğimizi düşünüyorum.

Mustafa Erdoğan’ın, YCGK’nın Aydar’ın mahkumiyetini bozan kararı üzerine yazdığı yazıyı hatırlıyorum. Arşivimde tutuğum o yazıyı bulup çıkarıyorum. Prof. Erdoğan bundan bir ay önce “İşin içinde erkenden iyimserliğe kapılıp daha sonra da hayal kırıklığına uğramak var” diye yazıyor. Yine aynı yazıda “Türkiye’nin yargıç ve savcıları, ne yazık ki ‘özgürlüğün asıl’ olduğunu içselleştirmiş değiller” diye yazıyor. “Hukukun hakların güvencesi olduğu bu camiaya çok yabancı. Ayrıca var oluşumuzun meşruluğunu ‘Devlet’e borçlu olduğumuzu düşünüyorlar?” diyor. Tabi ki, altı çizilmesi gereken daha birçok şey diyor.

Eğer gerçek Prof. Erdoğan’ın dediği gibiyse, en üst hukuk kurumlarının kararlarının ülkenin iri gazetelerinde birer “futbol maçı” gibi algılanması gayet normal görünüyor. Bu durumda yargıdan beklenen de “hukuki karar” değil, “farklı skor” olacaktır.

 

Yorum Yaz