Bizim Amerikalılar

İmam-Hatip düşmanlığının Anadolu’dan nasıl okunduğunu öğrenmek için sine-i milleti dinleyeceksiniz.

Ben dinledim. Geçtiğimiz hafta Anadolu’daydım. Anadolu, kendisini tepesine vura vura adam etmeyi aklına koyan malum kafayı “yoldan çıkmış” bir kafa olarak görüyor. Kaç kişiyle konuştumsa “Bunlar iflah olmayacak” sözünü duydum. Konuştuklarımın hepsi aynı siyasi eğilimden insanlar değildi. Birbirine zıt eğilimlere mensuptular. Fakat birleştikleri nokta, İmam Hatip düşmanlığının kadim “din düşmanlığı”nın üstü örtük bir ifadesi olduğu noktasıydı.

Ben, Anadolu insanının İmam Hatip deyince tüm dengesini kaybeden çevrelere bakışında geçmişte görmediğim bir derinleşme sezdim. Geçmişte de Anadolu insanı, elindeki deli gömleğini memleketin sırtına geçirip onu her çıkarma teşebbüsüne karşı top yekun tehdit savuran malum zümreler hakkında iyi düşünmezdi. Onun bu tavrını kendince adlandırırdı.

Fakat bu kez iş farklı… Ziyaret ettiğim etrafında sözü sohbeti dinlenir bir tanıdığım “Ben” dedi, “Bu ilçenin İmam Hatip Okulu için teberru toplayanlardan biriydim. 100’den fazla köyü bu vesileyle gezdim. Tek varlığı olan iki ineğinden birini veren kaç kişi tanıyorum. Bazıları oğlunu evermek için diktiği kavakları bağışladı. Üzerinden bunca yıl geçti, fakat sırf İmam Hatip yapılsın diye düğününü erteleyenlerin yirmi tanesini şuracıkta sayabilirim. Erkekler alyanslarını, kadınlar analarından hatıra altınlarını ve burmalarını verdiler.”

Ben “Kurtuluş sa?” diyecek oldum, lafı ağzımdan aldı. “Evet” dedi, “aynen Kurtuluş Savaşı gibi kabul ettik biz bu okulların açılmasını.” Sözün bir yerinde gözleri doldu, “Ben” dedi, “Parasız yatılı çocukların mutfağı için otobüs parasına muhtaç olduğum günlerde bile güğüm güğüm süt taşıdım pansiyona!”

Bir ara durdu. İç geçirdi. Karşımda saçı sakalı ağarmış yaşlı adamın dudaklarından şu cümle döküldü: “Onlar İmam Hatip Okulları’na değil, onlar bize, bu millete düşman oğlum” dedi. Ben “Niye ki” diyecek oldum, işte bu yazıyı yazmama sebep olan cümleyi o zaman söyledi:

“Amerikalıların gözünde Iraklılar neyse, biz de onların gözünde oyuz.”

Ne yalan söylemeli, muhatabımdan böylesine bir cümleyi ben bile beklemiyordum. Önce irkildim. Gerçekten böyle miydi? Anadolu insanı İmam Hatiplere karşı yürütülen bu linç kampanyasını bu gözle mi izliyordu?

Gözlemlerim ve nabız yoklamalarım üç aşağı beş yukarı bu sonucu doğruladı. Evet, Müslüman Anadolu insanı, dişiyle tırnağıyla yaptığı İmam Hatiplere karşı linç kampanyası başlatan mahfilleri bu ülkenin “Amerikalısı” olarak görüyordu.

Vakıa ilk bakışta ağır bir yargı gibi görünse de, bunda pek de haksız sayılmazdı. Iraktaki işgalci Amerikalılar Iraklılara demokrasi ve özgürlük getirdiklerini söylüyorlardı. Bu ülkenin Amerikalıları ise Türkiye’ye çağdaşlık ve özgürlük getirdiklerini söylüyorlardı.

Baksanıza 19 Mayıs müsamerelerinde yapılana. Beş on kızın sırtına çarşafa benzer bir örtü vereceksin. Kızlar bir komutla onu fora edecekler. Altından kamunun iştahasına açılmış yarı çıplak körpe bedenleri teşhir edeceksin. Ne âlâ özgürlük! Üstelik yemeyene zorla yedireceksin. Kendinden nefretin bu derecesinin psikanalizini uzmanlar yapsın.

Aslında Irak’a özgürlük getirdiğini söyleyen kafayla, Türkiye’ye özgürlük getirdiğini söyleyen kafa aynı… Amerikalılar Iraklılara “yarı gelişmiş bir tür” olarak bakarken bizim Amerikalılar da bu ülkenin insanına “yarı gelişmiş bir tür” olarak bakıyorlar.

Basında Amerika’nın Irak’a götürdüğü özgürlükle ilgili son haberler İslam’la ilgiliydi. Amerikalılar Iraklıları Allah’ı ve İslam’ın kutsallarını inkara zorluyorlarmış. Peki, bu ülkenin Amerikalılarının bu ülkenin Müslüman çoğunluğuna yaptığı ne? Fark birinin Irak’takinin daha hard, Türkiye’dekinin daha soft olması mı?

Bizim Amerikalıların bu iflah olmaz hastalığını Öğretmenevi haberinde de gördük. Şimdilerde ibretle izlediğimiz Vakit gazetesine yönelik susturma kampanyasında da.

Sahi, dünyanın neresinde görülmüş bir yazıdaki muhatabı belli olmayan bir cümle yüzünden ülkenin tüm generallerinin tazminat sırasına dizildiği? Bu davayı iyi izleyin, Hürriyet attığı manşetle zil takıp oynasa da, bu karar hem iç hem dış kamuoyunda çok tartışılacak.

Mahkemenin kararı iki yönden çok tartışılacak: 1. Bu karar örtülü bir sansürdür ve bir basın organı mahkemeler kullanılarak susturulmaya çalışılmaktadır. 2. Bu ülke, beş generali bir arada görünce şapkasını alıp defalarca giden başbakanların ve devrilen hükümetlerin ülkesidir. Üçü-beşi bile halkın seçtiği iradenin hâk ile yeksan olmasına yetiyorsa, tam 312 tanesinin aynı davada taraf olmasını varın siz düşünün.

Bu durum mahkeme üzerinde manevi bir baskı meydana getirmez mi? Böyle bir davadan çıkan kararın hukukun objektif kriterlerine uygun olduğundan nasıl emin olabilir miyiz?

Özetle, bu ülkenin insanına ve onun değerlerine Amerika’nın Iraklılara baktığı gözle bakan yabancılaşmış aydın kesime bir uyarı: Anadolu şifreyi çözmüş. Yaptığınız işin adını saklamayın, açık oynayın.

Yorum Yaz