Bu kadar da olmaz ki!

İslam’ın öngördüğü imanda, Allah’ın müdahil olmadığı bir alan düşüncesine yer yoktur.

Bu, Kur’an’ın ifadesiyle “şirk”tir. Allah hayata müdahildir. Müdahalesini, elçileri ve onlar eliyle gönderdiği vahyi aracılığıyla, tabiat ve hadisat için koyduğu yasalar ve görünmeyen güçleri aracılığıyla yapar. Tabiî ki, dolaysız da yapar.

Aklını çatal-bıçağa, domuz lokantasına, Ayasofya’da konsere takan bu ülkenin hormonlu laik elitinin anlamadığı işte budur. Sadece anlamadığı değil, inanmadığı, inanmaya yanaşmadığı budur. Onlar bu tavırlarıyla cahiliyye paganizminin, çağımızdaki devamıdırlar. Onların -varsa- Allah inancıyla müşriklerin Allah inancı, işte bu yönüyle birbirine benzemektedir.

Bu ülkede seküler paganlığın zangoçluğuna soyunan birileri, Başbakan’ın hangi elle yemek yiyeceğine karışma hakkını dahi kendilerinde buluyorsa, işte bu noktada iş zıvanadan çıkmış demektir. Yine aynı güruh, Dışişleri Bakanı’nın eşinin domuz lokantasına gitmemesini hazmedemiyorsa, burada söz konusu olan “dinsizlik” falan değildir. Düpedüz, “domuzperestliktir”.

Dünkü türdeşleri Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkarlardı. Bunlar o kadar ileri gittiler ki, Müslüman mahallesinde artık domuz satmaya kalkıyorlar.

Ya Fatih’in vakfiyesi Ayasofya Camii’nde konsere ne demeli? Bir mabede bundan daha büyük saygısızlık olur mu? Hiç olmazsa Ayasofya’yı kiliseye tebdil etselerdi, bundan daha iyi olurdu. Bu paganların seküler ayiniyle kirlenmezdi. İnşa amacını gerçekleştirmiş olurdu.

Bir kilisenin camiye çevrilmesi, misyonunun, hem de aslına irca ederek devam ettirilmesidir. Çünkü içerisinde Allah’a ibadet edilen tüm mabetler, vahiy tarafından dokunulmaz ilan edilmiştir (Hac, 40). Bunun için Müslümanların tarihinde mabet yıkmak, yakmak, onu asli amacı dışında kullanmak gibi cinayetlere rastlanmaz.

Ya bir caminin ibadete yasaklanıp önce müzeye, sonra konser salonuna çevrilmesi? Bu, bir mabede yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. Buna sadece Müslümanların değil, Hristiyanların ve Yahudilerin da karşı çıkmaları inançlarının gereğidir. Zaten bu ülkedeki seküler paganizmin, ülkenin kahir ekseriyetini oluşturan Müslümanları iplediği falan da yoktur.

Baksanıza, uyum yasaları içerisinde yer alan apartmanlara mabet yapma iznine karşı çıkan seküler paganlar, “kilise” yapılacak diye karşı çıkmıyorlar buna. Onların kiliseyle bir derdi yok. Onların kinleri camiye.

Evet, bütün bunların adını açık seçik koymanın zamanı hâlâ gelmedi mi? Herkes neyse öyle görünsün.

Bu ülkede zaten kimsenin bir diğerini zorla Müslüman etmesi düşünülemez. Buna teşebbüs eden karşısında seküler paganizmin militanlarını bulur. Bırakın gayr-ı müslimleri zorla Müslüman etmeyi, Müslümanlar her tür resmi teşvikle gayr-ı müslim edilmeye çalışılıyor. Gayr-ı müslim edilmekten “Hıristiyanlaştırmayı” anlamamak lazım. Asıl, “seküler paganlaştırma” tehlikesidir Müslümanların önündeki en büyük tehlike. Bu ülkenin körpe çocukları, daha âkil-bâliğ olmadan, seküler paganlığın misyonerliğine muhatap oluyor.

Seküler paganların kimliği konusunda sadece onlar değil, Müslümanlar da hık-mık etme yolunu tercih ettiler. Neden?

Böylesi “reelpolitiğe” daha uygundu. Daha netamesiz ve risksizdi. Bir de, onlara kırk kere Müslüman diyecek olurlarsa, Müslüman olacaklarına inandılar. “Dışlamayalım” söylemi de bayağı prim yaptı. Sanki kim kimi dışlıyorsa!

Müslümanlar bütün bu yöntemleri daha “uyanıkça” bulmuşlardı zahir. Kendilerini bu bir avuç paganın gözünde meşrulaştırmak için atmadıkları takla, girmedikleri kılık, yapmadıkları fedakârlık, öpmedikleri el, çekmedikleri hakaret, katlanmadıkları istiskal kalmadı. İş en sonunda gelip dayanacağı yere geldi dayandı. İşte şimdi de bu paganlar, o malum burunlarını yemeği hangi elle yiyeceğinize kadar sokmaya yeltendiler.

Müslümanların bu tavrı onların da işine geldi. Doğrusu onlar da -bir ikisi hariç- gerçek kimliklerini açıklayacak mertlikten yoksundular. İnanmıyorlardı, fakat inanmış görünmenin ekmeğini yiyorlardı. Buna da ses çıkarmıyorlardı. Ömürlerini Müslümanlarla ve İslam’la savaş uğrunda harcayıp, cenazelerini Müslümanlara kıldırmak gibi bir ikiyüzlülüğü tabiat haline getirmiştiler. Fakat sırası geldiğinde Müslümanların topuna birden düşman olduklarını açık ediyorlardı.

Bu böyle gitmez, gidemez, gitmemeli

Seküler paganlar madem kendilerini bu ülkenin “beyazları” olarak görüyorlar, Müslümanlara da yemeği hangi elle yiyeceklerine kadar karışılacak “zenci” muamelesi yapıyorlar, o halde kendilerini baskı altında hissetmeleri söz konusu olamaz.

Buyursunlar, gerçek inançlarını-inançsızlıklarını mertçe, dürüstçe açıklasınlar. Müslümanların yemeği hangi elle yiyeceğine kadar karıştıklarına göre, gün onların günü, devir onların devri demektir.

Bu körebe oyunu bitsin. Baskı altında değiller, bu iddia gülünç olur. Sadece onlar kendilerini baskı altında hissediyorlar. Bu yanlış bir his. Eğer gerçek inançlarını-inançsızlıklarını açıklarlarsa, belki bu milletin inancına bu kadar kaba ve destursuzca saldırma ihtiyacı hissetmezler.

Müslümanların diyeceği zaten belli: “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” (Kafirun 6).

 

Yorum Yaz