Bu millet size dinin ölüsünü öptürmez

Eğer “cehalet saadettir” diyen biriyseniz, o başka.

Yok değilseniz, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) ortaöğretim din dersi müfredatında gelecek yıl uygulamayı kararlaştırdığı değişiklikleri alkışlamanız gerekir.

Müfredatta yapılan değişiklikler, dini ana kaynağından ve sahih bilgilerle öğrenmeyi hedefliyor. Mesela İslam’ın temel kaynağı Kur’an’ı din eğitiminin temeline yerleştiriyor.

Buna karşı çıkan iki şeye karşı çıkıyor demektir: Ya bilgiye ya da dine. Bilgiye karşı çıkıyorsa o farkında olarak ya da olmayarak cehaleti savunuyor demektir. Cehaleti savunmak cahil kalmaktan bin beterdir. Cahil cahildir, ama cehaleti savunan daha öte bir şey. Yok, dine karşı çıkıyorsa, bu da kimseyi bağlamaz. Nasıl ki uyuşturucu hakkındaki kararlarda esrarkeşlere, hukuk normlarını belirlemede kanun kaçaklarına, ceza hukukunu düzenlemede mahkumlara söz düşmezse, dini eğitimi konusunda da din düşmanlarına söz düşmez.

Yeni müfredat din dersinde öğretilenlerin eğitimini de veriyor.

Aslında baştan beri böyle olması gerekirdi. Din sadece sıralarda öğrenilen, kitaplarda okunan soyut ve teorik bir şey değil ki. Din özü itibarıyla pratiktir, hayata mütealliktir. Zaten hayata müteallik olmayan bir dinin yeri müzelerdir. Çünkü o artık ölü bir “din”dir. Olsa olsa “dinler tarihi”nin konusu olabilir.

İslam’a ölü bir din muamelesi yapmak gerçeğe sırt dönmektir. Bunu yapan, üç maymunu oynamış, sadece kendini aldatmış olur. Devletin din eğitiminde başından beri yaptığı budur ve bu din eğitimi politikası iflas etmiştir. İnsanları Kur’an kurslarına mecbur eden de, devletin bu anlamsız tavrıdır.

Dine “ölü” muamelesi yapmak, onun “ölüsünü görmeye” bayılmak, onu öldürmeye yetmiyor. Aksine, millet bu tavrı fark edince fena halde rahatsız oluyor ve teyakkuza geçiyor. Sizin kötü niyetinizi anladığında, sizin öldürmek istediğinizi yaşatmak için seferber oluyor. Bütün imkanlarını döküyor. Anadolu’nun gariban insanının yüzlerce İmam Hatip Okulu ve binlerce Kur’an kursu binasını inşa edip baştan ayağa donatmasının temelinde yatan sebep budur. Bütün bu inşa ve donanım faaliyetlerinde (Darbecilerin desteğiyle yapılan Tunceli İHL hariç) devletin hiçbir desteği olmamış, aksine kösteklemiştir. Buna rağmen yarım kalan hiçbir dini tahsil müessesesi olmamıştır.

Dindar olmayan ailelerin çocuklarının dahi, ezkaza yolu camiye düşebilir. Bir cenaze vesilesiyle, bir mevlit vesilesiyle, bir bayram namazı, bir Cuma namazı vesilesiyle, vs. Böylesi durumlarda kendisinin ya da evladının cehaleti sırıtsın istemiyor vatandaş. “Görmemiş namaza durmuş…” hesabı olsun istemiyor. Gayr-i Müslim arkadaşlarının dahi “Yahu, sen nasıl Müslüman’sın, daha abdest nasıl alınır bilmiyorsun, ömründe namaz kılmamışsın, camiye ayak basmamışsın” sözüne muhatap olmak istemiyor. Tamam dindar değil, hatta din umurunda bile değil, fakat dosta düşmana karşı rezil rüsva olmak istemiyor.

Sıra dışı cenaze töreni haberlerinde sık sık görmeye alıştık. Adam en ön safta namaza durduğuna göre demek ki ya hatırlı bir iş adamı, ya da yüksek bir bürokrat. Veya “şehit cenazeleri”nde yüksek rütbeli bürokratlar namaza durmuş. Fakat o da ne! Ömründe namaz kılmadığı o kadar belli ki, elini nereye nasıl koyacağını bile bilmiyor zavallı. Ya askeri bir teftiş sırasında “Dikkat!” çekilmiş gibi “aykırı” duruyor namazda, ya da fotoğraf sergisi seyreder gibi “alakasız”.

Bu adamı rezil etmek için bir abdestlik sınav yeterdi her halde. Ya da iki rekat namaz tarifi yap desek, diz boyu cehalet ortaya dökülürdü. Anadolu’da birinin cehalette ulaştığı zirveyi (!) ifade etmek için “Elham’da elli yanlışı var” derler. İşte ekranlardan ara sıra ortalığa saçılan manzara bu.

Peki, bunun suçlusu kim? Bu mesele nasıl hallolacak? Böyle biri din eğitimini nerede, nasıl alacak? Aile zaten cahil, onu çıkın. Militan laiklik perdesi ardına sığınılarak okulda verilmedi. Kara propaganda ve legal-illegal korkutmalarla camiye yollanmadı. Kur’an kursları ve İmam Hatip okulları, derin devlet ve malum basın hedef gösterdiği için seçenekler arasında bile yer almadı. İyi de, cahil çocukların dinini öğreneceği nere kaldı?

Görüyorsunuz, din, kendisine “ölü” muamelesi yapanları, ölülerin önünde rezil rüsva ederek intikamını alıyor. MEB’in hazırladığı yeni müfredatın dindar ailelere zaten bir katkısı yok. Çünkü onlar çocuklarının imanının okula veya devlete bırakılamayacak kadar hayati önemde olduğunu zaten bilirler. MEB’in yeni müfredatının pratikte onlara herhangi bir yararı olmaz. Bu müfredatın din eğitimi konusundaki noksanı ne kadar telafi edilirse edilsin, dindar ailelerin taleplerini karşılamaktan yine de uzak olduğu bir gerçek.

O halde MEB’in yeni müfredatını alkışlaması gerekenler, milletin yanında rezil rüsva olma ihtimali bulunanlar ve onların çocuklarıdır. Çünkü ne kadar karşıt olurlarsa olsunlar, din bu zümrelere de bazen gerekebiliyor. Ayda yılda, hatta ömürde bir de olsa yolları camiye, cemaate, cenazeye, mezara düşebiliyor. İçlerinde en inkarcı olanlarının dahi, ömründe “mecburen inanmış gibi yaptığı” sahneler oluyor.

Sözün özü: Bu millet size dinin ölüsünü öptürmez. Bu olmayacak sevdadan vazgeçin. Dine yan baksanız da, bilmekten zarar gelmez. MEB’in yeni yönetmeliği sizi el aleme rüsva olmaktan koruyor. Bizden söylemesi.

Yorum Yaz