Bu nasıl “İslamî” örgüt?

Medya, İslam’a saldırı için, son terör operasyonunu bulunmaz bir fırsat olarak kullanma eğiliminde.

Ağzının suyunu akıtarak ikide bir tekrarladığı İslami terör safsatasına inanmamızı istiyor.

Medyanın bu operasyonla neyi örtme peşinde olduğunu tam kestiremiyorum: Patronlarının içi boşaltılan bankalarını mı, beş bankaya akıtılan 1.6 katrilyonu mu, ‘şehit’ yakınlarının çığlıklarını mı, Apo ayıbını mı, İMF vesayetini mi, bugün başvuru süresi dolan POAŞ ihalesini mi, tahkim tasarısının geriye işler hale getirilerek komisyondan geçirilişini mi, yoksa daha bilmediklerimizle birlikte hepsini mi?

“İslami terör” lafını, onu uyduran Batılılar bile terk etti. Terk etti, çünkü yüz milyonlarca mensubu olan bir dine yönelik psikolojik savaşın bir parçası olarak ortaya atılmıştı. İmaj bozma amacına matuftu. İslam’ın bir buçuk milyar müntesibini “terör” töhmeti altına sokuyordu.

Şu halde böylesine kasıtlı ve imaj bozma amaçlı yaftayı adı “barış” olan bir dinin boynuna asanlar Müslüman olamazlardı. Dahası, onların İslam’a savaş açmış modern Ebu Cehiller olduğunu söylemek hiç de aşırı olmazdı.

Bu durumda insanın aklına daha kötü şeyler geliyor: Başından beri derin devletle içli dışlı olduğu bilinen, kimi resmî birimlerin tetikçi olarak kullandığını sağır sultanların bile duyduğu ve son operasyonda bu duyumları daha bir güçlendiren bir yığın soru işaretinin zihinlere asıldığı ‘Hizbullah örgütü’ operasyonu da, İslam’ın imajını bozma amacının bir parçası olarak mı kullanılmıştı?

Neden İrlanda’da yıllardan beri ‘terör’ faaliyetleri yürüten İRA’dan söz edilirken “Katolik terör örgütü” denilmiyordu? Neden, ABD’de geçtiğimiz yıllarda içlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu onlarca insanın ölümünden sorumlu olan ve FBI’ın, tıpkı Kavacık operasyonunda olduğu gibi saatler süren silahlı çatışmadan sonra cephanelik haline getirilen terör çiftliğine girebildiği Davit Koreshi ve örgütüne “Yahudi terör örgütü” adı verilmiyordu? Neden yakınlarda öldürülen Sırp kasabı Arkan ve örgütünün estirdiği teröre “Ortodoks terörü” denmiyordu? Terör işine bulaşanlar İslam dinine mensuplarsa, birilerinin aklına hemen niçin dinleri geliveriyordu?

İslam ve terör; yan yana gelmesi düşünülemeyecek iki kavram. İslam, insanlığın değişmez değerlerini temsil eder. Mensuplarının nazarında İslam “hakikatin öbür adı”dır. İnandığı değerlerin hak ve hakikat olduğuna, cazibesini ve gücünü bizzat bu vasfından aldığına inanan mü’minler, şiddetten en çok kendilerinin ve hakkı temsil eden inançlarının zarar göreceğini bilirler. En çok onlar inanırlar sözün gücüne, inanmak zorundadırlar. Sözün bittiği yer onlar için ölüm tarlasıdır.

İslam’ın bilincine ulaşmış her mü’min bilir ki, gücünü özünden alan hakikat ayakta kalmak için dışardan şiddet kullanarak güç takviyesine ihtiyaç duymaz. Buna ihtiyacı olan yalan ve batılın her türüdür. Onlar, hakikatin karşısında ‘şiddet’ ve ‘güç’ kullanmadan duramazlar. Hakkın hakikat oluşundan kaynaklanan özgücünü ve özgüvenini ancak dışardan takviye aldığı şiddet ve güçle yıkmaya çalışırlar.

Bu yüzdendir ki İslam vahyinin zirvesi olan Kur’an, kendisine inananları tanımlarken şöyle der ki: “Onlar ki (söyleyecek sözü olan herkesin) sözünü dinlerler, en güzeline uyarlar.” Yine İlahi Mesaj, ilk muhatabına şöyle seslenir: “İnsanları) Rabbinin yoluna muhakeme yeteneğini kullanarak, güzel ve yararlı sözlerle çağır ve onlarla mücadeleni sürdürürken en güzel yöntemleri tercih et.”

İşte bu mesajı çok iyi kavrayan Hz. Peygamber eliyle gerçekleşen toplumsal dönüşümün 23 yıllık tüm peygamberlik tarihindeki bilançosu, konunun otoritesi Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın tespitine göre -dost ve düşman dahil, -Beni Kureyza infazları hariç- 170 kişiyi geçmemiştir. “Bir adem bir âlem” şiarını yücelten “bir insanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş, bir insanı dirilten de bütün bir insanlığı diriltmiş olur” ilkesine yaslanan bir dinin son Peygamber eliyle ortaya koyduğu örneklik işte böylesine muhteşem bir örnekliktir.

Kur’an’a ve Peygamber’in örnekliğine rağmen günümüz Müslüman dünyasında kimi zaman meşru savunmadan kaynaklanan, yer yer de haddi aşan şiddete yönelişi nasıl algılamak gerekir?

Bir kere şu ilkeyi unutmamak gerek: “Ma/men caveze haddehu inkalebe dıddahu: Haddini aşan zıddına döner!” Bu böyledir. Fakat bir gerçeği daha hatırlamakta yarar var: Müslüman dünya, egemen Batı uygarlığı tarafından önce toprakları işgal edilmiş, ardından yeraltı ve yerüstü kaynakları yağmalanmış, değerleri horlanmış, kültürü hakim kültürün saldırısına uğramış, tarihin aktif öznesiyken pasif nesnesi konumuna düşürülmüş, egemen kültürün yerli taşeronları tarafından sürekli itilmiş, kakılmış, horlanmış bir dünya. Buna karşı içten içe tepkiler birikmiş, tıpkı bir vücudu yıkmaya çalışan virüs ve mikroplara karşı vücudun öz-savunma mekanizmalarını harekete geçirmesi sonucu ateşin yükselmesi gibi. Virüs ya da mikrobu görmezden gelip yükselen ateşe karşı koymak, her şeyden önce sorunu anlamamaktır. İslam coğrafyasında şiddetin yer yer yükselmesinin en büyük nedeni budur.

Fakat haddini aşan şiddetin hiçbiri İslam tarafından meşru görülemeyeceği gibi, esasında İslam’a ve Müslümanlara da zarardan başka bir şey getirmez.

Hemen belirteyim: Adına ‘Hizbullah terörü’ denilen vahşet, yukarda belirttiğim sınıfa girmemektedir. Bu, insanlık dışı bir vahşettir ve bu vahşetin en son üzerine yıkılacağı kesim Müslüman kesimdir.

Neden mi?

Nedeni basit: Bu nasıl “İslami terör”dür ki, hep Müslümanları, hem de çevrelerinde en dindar olarak tanınan, sevilip-sayılan Müslümanları öldürüyor?

Diyeceksiniz ki; “mümkündür, örneği var; derin devlet laik olduğu halde en samimi, ‘en hakiki’ laik(çi)leri öldürmedi mi?”

İyi de, ‘Hizbullah’ denilen ve resmi itirafçısının tv. Kanalına yansıyan itiraflarında “Jitem kurucusu A. Cem Ersever tarafından kurdurulduğu” söylenen terör şebekesi, “devlet” olmadı ki?

Gerçekten olmadı mı?

Olmadı, olmadı…

(21 Ocak 2000 )

 

Yorum Yaz