Bu oyun bitsin!

Bir şeyin farkında mısınız? Laiklik adı altında seküler paganlığı pazarlayanlar, Dinden çaldıkları kavramlarla konuşuyorlar.

“Sözde laikler”in hepsi de İslam’la kafayı bozmuş. Hesapta laikler. Her fırsatta hayatlarından dini çıkardıklarını ima ve ihsas ediyorlar. “Laik yaşam tarzı”nın (o ne demekse) misyonerliğini yapıyorlar.

Onların bu haline bakıp ne düşünürsünüz? Dinle, imanla, Kur’an’la, Peygamber’le ilişkilerini kestiklerine göre, gündemlerinde dinin yer almadığını, değil mi?

Ama hakikat hiç de öyle değil. Din, akıllarından hiç çıkmıyor. Besbelli ki İslam’la yatıp İslam’la kalkıyorlar. Gündemlerini hep din dolduruyor. İslam’a karşılar. Sosyolojik nedenlerle bunu açıkça dile getirmeseler de, her hallerinden belli oluyor. Ama karşı olmaları, dinle yatıp dinle kalkmalarına engel olmuyor. Konuşurken dini kavramlarla konuşuyorlar. Dinin emirlerine karşı gelirken dahi, bunu dinin kavramlarıyla dile getiriyorlar.

İşte bunun en son örneği, YÖK Başkanı’nın mesajı. Teziç, Anayasa Mahkemesi Başkanı Bumin’in millet iradesini yok sayan sözlerine destek niteliğindeki mesajında şöyle diyor: “Anayasa Mahkemesi Başkanı Bumin, başörtüsü konusundaki kutsal gerçeği dile getirdi.”

Nasıl buldunuz? Bilimsel intihalcileri rektör ve dekan yapmasıyla ünlü YÖK sayesinde, bir başka intihal türünü daha tanımış oluyoruz: semantik intihal?

Laikliğin jargonunda “kutsal”a yer var mıdır? Aslında laikliğin çıkış noktası “kutsala karşı” değil midir? Laik sözcüğünün geçtiği her yerde, aslında “kutsal dışı”ndan söz edilmiş olmuyor mu?

Kutsalla ilgili her alan “inançla”, yani “imanla” ilgili alandır. Çünkü kutsala ilişkin olan “aşkın” ile ilişkili olandır. Kuddûs, Allah’ın Kur’an’da geçen isimlerinden/sıfatlarından biridir. Zâtî olarak, O’nun “aşkın ve mutlak yüce” oluşunu ifade eder. Fiîlî olarak, O’ndan bağımsız bir kutsallığın olmadığını, olamayacağını, bunun sapıklık olduğunu ifade eder. Aklımıza gelen tüm kutsallıklar O’nun mutlak ve aşkın kutsallığının bir yansımasından ibarettir. Yumurtasız omletten söz etmek ne kadar ciddi ise, din ve Tanrı dışı kutsallıktan söz etmek de o kadar ciddidir.

Şimdi soru şu: Kendini laikliğin kalesi gören kurumlar ve kişiler bile, konuşurken neden karşıt oldukları dinin kavram dünyasına muhtaç olurlar? Neden ‘düşmanlarının’ diliyle kendilerini anlatmaya mecbur kalırlar?

Bu, onların aslında hiçbir zaman ‘tez’ olmayı başaramamış olmalarıyla mı açıklanmalı?

Laiklik adı altında pazarlanan dinin, İslam’a mahkum ve mecbur bir ideoloji taslağı oluşuyla mı açıklanmalı?

Bu ülkede değil dindarların, din karşıtlarının dahi İslamsız yapamayacaklarıyla mı açıklanmalı? Söz konusu azınlığın, İslam’a muhtaç, mecbur ve mahkum olduklarının bir göstergesi değil de nedir bu? İslam’ın emirleriyle mücadele ederken dahi İslam’a muhtaç olmak; galiba buna, “düşmanına mecbur olmak” deniyor.

Teziç gibi akademik camianın en tepesinde yer alan ‘laiklik’ (!) taraftarları bile, İslam’ın tesettür emrine karşı mücadele verirken kullandığı cephaneyi, dinin söz dağarcığından ödünç almak zorunda kalıyorsa, varın gerisini siz düşünün.

Bu ideolojinin geleceği olur mu? Yok. Yok olduğu için İslam gündemlerinden hiç düşmüyor. Şundan eminim ki, İslam karşıtlarının gündeminde İslam’ın yeri ve sırası, birçok Müslüman’ın gündemindeki yeri ve sırasından çok daha öncelikli ve önemlidir. Bir farkla ki, onlar bu öncelik ve önemi, kendi kendilerine icat ettikleri İslam-korkularını (İslamo-fobia) azdırmada, tahrik edici bir unsur olarak kullanıyorlar.

İslami tesettür ibadetine getirdikleri yasağa, “kutsal gerçek” diyecek kadar kendilerinden geçmiş olmaları da, bunun en bariz delilidir.

Başörtüsü, Kur’an’ın Müslüman kadın için öngördüğü tesettür talimatının bir parçası. Yani aynı zamanda bir ibadet. İbadetler, insanın kutsalla kurduğu ilişki biçimidir. Müslüman kadının örtüsünü yasaklamak, onun kutsalla olan ilişkisini yaralamaktır. Onunla Allah arasına girmeye kalkışmaktır. Vahiy bu tür her eylemi “zulüm” (kendine kötülük), “bağy” (saldırganlık) ve “tuğyan” (haddi aşmak) olarak adlandırır.

Bu yapılan, bütün bunlardan daha öte bir şeydir. İlahi bir emri yasaklamakla kalmayıp, bu yasağı “kutsal gerçek” olarak adlandırmak, her Müslüman’ın “euzü-besmele” ile yaklaşacağı bir durum oluşturur.

Ali Şeriati’nin “Dine Karşı Din” diye bir kitabı vardı. O İslam’ın sahte bir İslam’la karşı karşıya geldiğinden söz ediyordu. Bu yapılan farklı olsa da, adı, tam da budur.

Laiklik, bazılarının söylediği gibi, bu ülkede asla inançlar arasında tarafsız bir hakem konumunda olmamıştır. İslam’a karşı olanlar, dine karşı mücadelelerini, “laiklik” üzerinden, onu bir “kalkan” bir “sütre” gibi kullanarak yürütmüşlerdir. Laikliği, İslam’a karşı savaş verirken bir “devlet zırhı” olarak sırtlarına geçirmişlerdir. İslam karşıtlarının milletin askerini kullanabilmeleri de ancak, dokunanın yandığı bu “zırh” sayesinde mümkün olabilmiştir.

Yeter artık, bıktık! Bu oyun bitsin!

 

Yorum Yaz