Buna da şükür (1)

Yeni Şafak’ın dünkü (2 Haziran) manşetini hatırlayınız: İslam’a karşı Vatikan planı.

Manşet Almanya’da yayımlanan Welt Am Sonntag gazetesinde “Milyonlar Muhammed’e Karşı” manşetiyle yayımlanan bir rapordan kotarılmış.

Rapora göre Vatikan kendisine bağlı gizli bir misyonerlik örgütüne milyarlarca dolar fon tahsis etmiş. Aynı rapor iki milyon kişinin bu çalışmada misyoner olarak İslam’a karşı örgütlendiğinden söz ediyor.

Tevafuk bu ya, dün de bir internet haber sitesi Sakarya’da 3000 depremzedenin Hristiyan olduğu haberini servis yapıyordu. Sitenin haberi sunuş tarzından, endişenin İslam olmadığı anlaşılıyor. Endişenin kaynağı şöyle açıklanmış: “Türkiye’nin bütünlüğü”.

Habere göre Türkiye’de misyonerler bedava 8 milyon İncil dağıtmışlar. Hedef “10 yılda 5 milyon Hristiyan yaratmak”mış.

Bilmem dikkatinizi çekti mi? Bu hedef, Osmanlı’nın enkazı üzerinde “çağdaşlaşma” projesi yürütmekle görevlendirilen yabancılaşmış kadroların “10 yılda 15 milyon genç yaratma” hedefine ne kadar da benziyor.

Misyonerlik ve Hristiyanlaştırma konusundaki yaklaşımımı burada defalarca dile getirdim: Bunda şaşılacak bir şey yok. Allah’la ilişkisini kesip koparan türden bir laikliğin doğal faturası bu… Laiklik eken Hristiyanlık biçer. Misyonerlerin müşterileri Müslümanlar değil. Hristiyanlaştırılanlar arasında dinini ciddiye alan bir tek Müslümanın bulunduğunu sanmıyorum. Onlar laisizm adı altında dinden soğutulup paganlaştırılan insanlar arasından çıktı. Depremzedelik bunun sadece bahanesi. Yani tanassur edenler Müslümanlığı bırakıp Hristiyan olmuyorlar, resmi paganizmi bırakıp Hıristiyan oluyorlar. Peki, buna üzülelim mi? Yoksa “Putperest olacağına, bari kestiği yenilen ehl-i kitap olsun” diye teselli mi bulalım?

Mesela bu 3000 kişi arasında bir tek İmam Hatipli bulamazsınız. Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın vetosunun kimlere hizmet ettiği açık değil mi? Aslında o vetonun her sağduyulu insana “bu kadar da olmaz ki” dedirten gerekçesi, sadece dini yok sayan değil, dinin varlık sebebini ortadan kaldıran ve hatta tüm inanç sistemlerine savaş açan militan bir laikçiliğe dayanmıyor mu? Gerekçenin şu cümlelerini dikkatle okur musun Allah aşkına:

“Laiklik aynı zamanda sosyal yaşamın, eğitimin, aile, ekonomi ve hukuk alanlarının din kurallarından arındırılarak zamana, yaşamın gereklerine göre saptanmasıdır.”

Bu tanım, hayatı dinden arındırma üzerine kurulmuştur. Adeta devletin tek görevi var, o da dini bireyin vicdanına sürgün edip oraya hapsetme. Bu becerilirse, sıra dini bireyin vicdanından da söküp atmaya gelecek ama ona sıra bir türlü gelmiyor.

Bu tanımın siyasal bir kavram olan “laiklik” ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bu bir “karşı din” tanımıdır ve laikliği dinin alternatifi, onun yerine göz koyan bir “inanç sistemi” olarak gören bir tasavvurun ürünüdür. Böyle bir laiklik anlayışı eline devlet gücünü geçirdiğinde “laik teokrasi”yi doğurur ki, aslında bunu savunanların hayalindeki devlet de budur.

Haydi diyelim ki “sosyal yaşamı” toplumu bilinçli bir kimlik ve kişilik krizine sokarak, eğitimi YÖK gibi eli sopalı kurumlar kurarak, ekonomiyi haram kazancı ve haramileri merkeze alarak, hukuku 1789 ihtilali yargısı gibi baştan ayağa devlet ideolojisinin brifingli bekçisi kılarak dinden arındırdınız. Peki “aileyi” nasıl dinden arındıracaksınız? Ben, asıl onu merak ediyorum.

Laik aklın gerçek niyeti anlaşıldı: Dinden arındırılmış bir toplum, dinden arındırılmış bir sosyal hayat, dinden arındırılmış bir eğitim, dinden arındırılmış bir ekonomi, dinden arındırılmış bir hukuk ve dinden arındırılmış bir aile…

Peki böylesi bir hayatta vicdana hapsedeceğiniz dini laboratuvarda mı üreteceksiniz? Kültivar mı olacak, hibrit mi? Düşünsenize bir, hayatın tüm alanları dinden arındırılmış. Böyle bir hayatta vicdana hapsedecek kadar bir dini bile zor bulursunuz. Kaldı ki din sizin oyuncağınız değil ki hapsettiğiniz vicdanda eli kolu bağlı otursun. Din bu, iman bu! Hiç belli mi olur? Bakarsınız sahibinin vicdanını imar ve inşa eder, orada bir hakimiyet kurar ve gözüne fer, zihnine fikir, gönlüne ferman, dizine derman, bileğine güç olarak yürüyüverir. Allah’sızlık anlamsızlıktır der ve hayatını anlamlandırır. İslam Müslümanca bir hayatı şart kılıyor der ve sosyal hayatının mihverine dini yerleştirir. Haram kazançtan kaçınır ve dini ekonomik hayata sokar. Adaletin mülkün temeli (el-‘adlu esasu’l-mulk) olduğu İslami ilkesine inanır ve dini hukuka sokar. Siz en iyisi işi sağlama alın ve dini oradan da kovun.

Böyle düşünenlerin dinden imandan mahrumiyetine yanmam. Dinin gerçek gücünü asla bilip takdir edemeyecekler de, ona yanarım.

Siz hala Sakarya’da Hristiyan edilen 3000 insanla bu tavır arasındaki bağı merak mı ediyorsunuz? Bağ açık. Bu ülke insanını misyonerlerin oltasına yem eden işte bu tür bir laiklik tasavvurudur.

Aslında birilerinin üç çeyrek yüzyıl önceki niyetlerine bakarak “buna da şükür” demek gerekiyor.

Kazım Karabekir Paşa’nın 1923’te Ankara Garı’nda kendisinin de katıldığı bir toplantıya ait notlarını okuduğunuzda, siz de bana hak vereceksiniz.

Gelecek yazıya.

 

 

Yorum Yaz