”Çerağıma kastedenin Hak yandırsın çerağını” diyebilmek

İsmet Özel’in giderayak söylediği sözleri üçe ayırmıştık: Acı, acımasız ve acınılası.

Acı sözlerine, “dost acı söyler” demiştik ve öğüt alınması gerektiğini belirtmiştik. Acımasız sözlerini eleştirmiş, adalet ve itidalle bağdaşır bulmadığımızı belirtmiştik. Geçen yazımız “Hiç kimse hep 12’den vuramaz” başlığını taşıyordu. Hep 12’den vurduğunu söyleyen İsmet Özel’in de “hiç kimse” arasında yer aldığı aşikardı.

Bu yazıda ele alacağımız sözler “acınılası” kısmına giren sözler. Bunlar sadece 12’den vuramayan değil, bizce hedef tahtasını ıskalayan sözler.

“Şimdiye kadar elimden, dilimden ve sair azalarımdan ne kadar gavurluk (!) sadır oldu ise hepsinin bir alıcısı çıktı. Gel gelelim, Türklüğüme müşteri bulamadım. Bu başarısızlığı devam ettirerek daha çok rezil olmaya katlanamam.” (M. Gazete, 4 Ağustos)

Kendi payıma, Müslüman olduktan sonra İsmet Özel’in dilinden bir “gavurluk” sadır olduğuna şahit olmadım. Farz-ı muhal olmuş olsaydı dahi, bilinçli hiçbir Müslüman şöhreti ve konumu ne olursa olsun bir başkasından sudur eden “gavurluğa” müşteri olamazdı.

Olsa olsa İsmet Özel’in elinden ve dilinden hepimizin elinden ve dilinden sadır olduğu gibi hatalar sadır olmuştur. Ondan sadır olan en büyük hatalardan biri, bunca şey söyledikten sonra, Türklüğüne müşteri aramaya kalkmaktır.

İsmet Özel’i İsmet Özel yapan Üç Mesele’de İslam’ı her tür beşeri bagajdan arındırma adına “medeniyeti” bile dışlayacak kadar radikal bir söylem, nasıl ve nice bir evrilme sürecinden geçmişti de “Türklüğüne müşteri arama” noktasına gelmişti? Özel’in müşteri aradığı Türklük anlayışının, şovenlikle bir alakasının olmadığı açık. Özel’in savunduğu Türklük, İslam’dan bağımsız düşünülemeyecek olan bir Türklük. Son dönemde (ama yalnızca “son dönemde”) yazdıkları dikkate alındığında, söz konusu Türklük tanımının İslam’la neredeyse eşanlamlı olarak kullanıldığı bir Türklük bu.

Şu tanıdık Türk-İslam sentezinin 28 Şubat sıcağında olgunlaşmışı da diyebiliriz. Bu tezin yeni olmadığı bilinen bir gerçek. Bu tezi hem de aynı argümanlarla biz bir yerlerden hatırlıyoruz. Mesela 1970’lerde ortaya çıkan Yeniden Milli Mücadele Birliği’nden.

Tezin içeriği belli: Türk demek Müslüman demektir. Avrupalı Türk deyince Müslüman anlar. Türklük’le Müslümanlık etle tırnak gibidir. Müslümanlığını kaybeden Türklüğünü de kaybeder. Bulgarlar ve Macarlar buna örnektir. O halde Müslümanlık bize lazımdır. Çünkü Türklüğümüzü ancak bu sayede koruyabiliriz…

İslam’ı Türklüğün koltuk değneği olarak gören bu tezin tutarlılığını tartışmak yersiz… Yukarıdaki önermelerin öncülleri ne kadar doğruysa bu tez de o kadar doğru. M. Abid Cabiri’de bu tezin Araplar’a uyarlanmışını savunuyor. Her Müslüman kavim içerisinde bu tezin kendi kavmine uyarlanmış biçimini savunanlar var. Bu bir yerde anlaşılabilir bir şey.

Fakat İsmet Özel’in bu saatten sonra benzer bir teze uyanarak Türklüğüne müşteri aramaya kalkması anlaşılamaz bir şey. Müslümanlar kendilerine Türklük satın almaya kalkacaklarsa, satıcıdan bol ne var? Yeni tezgaha ihtiyaç mı var? Özel’in tezgahına koyacağı hiçbir şey, Müslümanları o tezgahta görecekleri Türklük kadar şaşırtmaz. Bu kötü bir şeyse (bizce asla değil), kendini takip edenlere bu kötülüğü işleten bizzat Özel’in kendisidir. Özel şikayet yerine tebrik etmeliydi. Onu okuyanların yaptığı şey, “imamın dediğini tutup gittiği yola gitmemekten” ibarettir, o kadar.

Unutmayın, bu tezi savunan kimse şu cümlenin sahibidir: “Çünkü ben hangi sebeplerle sosyalist olduysam, aynı sebeplerle Müslüman oldum.” (Milliyet)

Bunun anlamı, “Şimdi de aynı sebeplerle Türkçü oldum” mudur?

Ben, yukarıdaki cümleyi Özel’in acınılası cümlelerinden biri olarak görüyorum. Bu cümlede çok derin bir tasavvur problemi yatıyor. Özel’in son değerlendirmelerinde düştüğü yanılgı da aynı tasavvurdan neşet ediyor.

Soralım kendi kendimize: Bir insan nasıl sosyalist olduğu sebeplerin aynısıyla Müslüman olur?

Sosyalizm seküler bir dünya görüşüdür. Her izm gibi bir vicdan inşa edemez. Çünkü eskatolojisi/ahireti yoktur. Kaynağı beşeridir. İslam ise kaynağı ilahi bir dindir. İdeolojisi vardır, fakat kendisi salt bir ideoloji değildir. Ahireti vardır. Muhatabında bir vicdan inşa eder. İnsanın varoluşsal duruşudur. Bir insan nasıl bir ideolojiyle bir dinden aynı şeyleri bekler? Bu durumda ya önceki ideoloji “din”, ya da sonraki din “ideoloji” gibi algılanmış olur. Ki benim kaygım Özel’in tasavvur probleminin bu ikincisinden kaynaklandığıdır. Kanımca son dönemdeki hayal kırıklıkları ve aşırı tepkinin temelinde de bu yanlış yatmaktadır. Dindardan tüm beklentilerini ideolojik olana indirgemiş olmanın hayal kırıklığı var onda. Bu yanlışın bir yansımasını da Üç Mesele’de İslam’ın mülkiyet yaklaşımını yansıtırken görüyoruz. Kur’an servet eşitsizliğini zekat, sadaka ve infak yoluyla dengelemeye çalışsa da, kökten redci bir yaklaşımı hiç benimsemez. Fakat Özel “servet aranızda devlete dönüşmesin için…” ibaresine dayanarak, ideolojik bir “zorla söyletme”ye girişir.

Özel, Gerçek Hayat’a veda ederken şöyle demiş: “Beni sevmeyenlere gelince… Onların da canı sağ olsun demeyeceğim. … Allah onların kalplerindeki hastalığı artırsın.”

İşte bu olmadı. Ben kendi payıma onun imanını hep sevdim ve severim. Biz ondan kendisini sevmeyenlere dahi Yunusça yaklaşmasını beklerdik. İşte Yunus farkı:

Çerağıma kastedenin

Hak yandırsın çerağını

Allah ve Rasulü dışında, hiç kimseyi sevmek imanın vâcibâtından değildir de…

 

Yorum Yaz