Çok özel bir hikaye

İzinli olduğum 15 gün içerisinde, gündemi meşgul eden bir yığın şey oldu.

Fakat benim için İsmet Özel’in Milli Gazete’deki yazılarına “Türklüğüme müşteri bulamadım” diyerek son vermesi, bu 15 günün en ele alınmaya değer olayıydı.

Çünkü İsmet Özel hepimiz için önemli ve değerliydi. Doğru ve yanlış yaptıklarıyla, yapmadıkları ve yapamadıklarıyla, şair, düşünür ve yazar yönüyle biz Müslümanların bir parçasıydı o. İslam kardeşliği hukukumuz, doğrusuna sahip çıkmayı, eğrisine istiğfar etmeyi gerekli kılar. Bir muharririn istiğfarı, işte böyle yazı suretinde tecelli eder.

4 Ağustos 2003 Pazartesi tarihli yazı “Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum” diye bitiyordu.

Ben “Acaba nereye gidiyor?”, “Sesi nereden çıkacak?” diye merak edip dururken, Özel’in sesi 6 gün sonra Milliyet gazetesinden geldi. Muhabire inanacak olursak şair “bu konudaki ilk ve son röportaj” için Milliyet’i seçmişti. Milliyet’in Ahmet Tulgar adlı muhabirinin “İslami kesimin önceliği: Çıkar” başlığını münasip gördüğü mülakatında İsmet Özel, hayli acı konuşuyordu. Bu “acılık” bazen “acıklılığa”, yer yer de “acımasızlığa” kadar varıyordu.

Bir haksızlığa ve yanlış anlamaya meydan vermemek için, en iyisi şairin sözlerini aynen aktarmak:

“İslamcıların, sosyalistlerden farkı şuydu: Sosyalizm, Batı’nın vicdan azabıdır. İşin içine vicdan girince mesele biraz değişiyor. Şüphesiz ki o zaman bina etme, binaya harç taşıma işi daha acil, daha zaruri bir şey oluyor.

Ama İslamiyet söz konusu olduğunda bir mirasyedilik durumu oluyor. Türk toplumunun kültürel değeri zaten İslamiyet’tir. O yüzden de İslami siyaset yapan insanlar hazır bir şeyi kullandıkları ve bu yüzden de sosyalistler gibi harç taşımak zorunda olmadıkları için bu hareketi bir yerinden yakalayıp kullanmakla geçirdiler vakitlerini. Aynı bugünkü felaket AKP yönetiminin yaptığı gibi…

Sosyalistler mücadelelerinde büyük sıkıntıya girdiler, öbürleri ise sıkıştıklarında hemen “Tamam, ben savunmuyorum, zaten bu İslam’dır” deyip bırakıyorlar. Sosyalistler, İslamcılardan daha samimiydi. İslami hareket, sadece pastanın peşinde.

İslami kesimdekiler benim kendilerine benzediğimi sanarak gurur duydular. “Bak, komünist şair de bizim gibi oldu” dediler. Bu bana bir yıldızlık sağladı. Ama bu aynı zamanda benim ne dediğimi anlamama şartlarını da yarattı. Oysa ben İslam’ı onların şartlanmalarından bağımsız olarak öğrendiğim için 12’den vuruyordum hep. Ben onların korunma mekanizmalarına ihtiyaç duymadığım için asıl meseleye yöneliyordum. Ben, İslami hareket içinde çok prestijli ama söylediği kulak arkası edilen bir adam olarak yaşadım. İslami kesimde birtakım şeyleri kullanıp sivrilmek soldan çok daha kolaydır. Çünkü Necip Fazıl’dan beri bir tek adamlık, bir üstatlık mertebesi olmuştur bu kesimde. Ve isim sahibi olan insanlar, gizli ve açık olarak buna oynuyorlar.

AKP’liler pastayı kapmak isteyen insanlardı. Ve kaptılar da. Kapmak istedikleri şey pasta olduğu için krema da bende olduğu için benim kitaplarımla dolaşmaya başladılar.

Başörtülü kızların bir kısmı bu. Amaçları bu yani. Göbeklerini açan kızlarla aynı amacın peşindeler başlarını örterken.

Şimdi artık gazetelerde ideolojik yazı yazmayacağım için çok rahatlamış durumdayım. Ben, hayatımı İslami ölçüler içinde düzenlemiş olmaktan pişmanlık duymuyorum. Ama ben bunun bir de yanımda, yöremde benim gibi yaşayan insanlar olması durumunda güzel olacağını düşünerek yaptım. Eğer bende şimdi bir rahatsızlık oluyorsa, bunun nedeni budur. İnsan, kendini biraz soyutlanmış hissediyor. İslami kesim, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte yozlaştı, kelimenin tam anlamıyla yozlaştı. Artık, İslami kesimde bütün öncelik fakirler için de, zenginler için de çıkar hesabında. Gariptir, nezaket bile kayboldu.” (Milliyet, 10 Ağustos 2003, Pazar)

Hemen söyleyeyim, “AKP’liler”, hassaten haklarında söylenenleri kendileri cevaplasınlar. O benim vazifem değil.

Eleştirilerin isabetli ya da yanlış yerlerini bir bir sayıp dökecek de değilim. O bahs-i diğer. Fakat ben, bu hep karşısındakini suçlayan satırlarda en ufak bir “tevbe” kırıntısı dahi göremiyorum. Ya da ne bileyim, “özeleştiri” babından bir istiğfar… Muhammedi edebin, Kur’ânî ahlakın gerektirdiği, “herkesi” ve “her şeyi” suçlarken, bir biçimde “kolektif” olmuş yanılgıları dile getirmek de gerekmez miydi?

Madem bundan böyle “26 yıllık politik yazı serüvenine son nokta konulmuştu”, bu 26 yıl içerisinde İsmet Özel neler demişti? Bu dediklerinin ne kadarı isabetli, ne kadarı isabetsizdi? Suçladıklarının yetişmesi üzerinde Özel’in etkisi ne kadardı? Eğer hiç etki etmemişse, bunun sebepleri nelerdi? Etmişse, bu suçlamalarda bir pay da suçlayana düşmemeli miydi? 26 yıldır konuşup yazıp da hiç kimsenin sizi anlamadığını iddia etmek de, problemli bir durum değil miydi?

Şairler makul değil mahsus akılla konuşur deyip geçsek bile, indirgemecilikle birleşen genellemeci dilin, sahibinin sözünü “acı” olmaktan çıkarıp “acımasız” kıldığı da bir gerçek.

Şimdi asıl soru şu: Bu neden hep böyle oluyor?

Cevabı, daha önce bu köşede yayımlanan bir makalede, “soğuk savaş düşünürleri” adını verdiğimiz kuşağa ilişkin yazdığımız satırlarda saklıydı.

Onu da önümüzdeki yazıda ele alalım.

 

Yorum Yaz