De ki: Gezip dolaşın yeryüzünü..!

Yıl 1980 mi desem, 81 mi; değerli mütefekkir Sezai Karakoç’u Cağaloğlu’ndaki o kadim yerinde ziyaret etmiştik.

Biz o zamanın üniversiteli gençleri, memleket kurtarma aşkıyla yanıp kavruluyor ve her gördüğümüze “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusunu yöneltiyorduk. Üstat ise bakışlarımızı “dıştan” çok “içe”, “onlardan” çok “bize” çevirerek toplumsal dönüşümün kısa vadede gerçekleşecek bir şey olmadığını izah ettikten sonra şu tavsiyeyi yaptı:

“Ceketinizi satın, yılınızın 15 gününü bir İslam toprağını ve toplumunu yerinde tanımaya ayırın.”

O günden sonra bu fakir, bu tavsiyenin sırrını aradı ve gerçekten bunun insanın duygu ve düşünce ufkunun gelişmesi ve genişlemesindeki muhteşem rolüne bizzat şahit oldu. Bir şeye daha şahit oldu: Kur’an’da neden “seyahat” tavsiyesinin ibadet, iyiliği emir, tevbe gibi mümin yükümlülükleri arasında sayıldığına:

“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rüku ve secde ederek yalnızca Allah’a eğilip Allah huzurunda yere kapananlar, iyi ve yararlı olanı emredip kötü ve zararlı olandan sakındıranlar ve Allah’ın koyduğu sınırları koruyanlar… İşte (bu) müminlere müjde ver.” (9. 112)

Görünen o ki, Kur’an, seyahati insan-Allah ve insan-insan ilişkilerinde bir “bilgi kaynağı” olarak öneriyor. Öyle olmasaydı Kur’an’da tam altı yerde “De ki: Gezip dolaşın yeryüzünü…” formunda, tam yedi yerde ise “Yeryüzünde gezip görmezler mi..?” formunda tam 13 yerde “gezip görmeye” çağrı yapılır mıydı:

“De ki: Gezip dolaşın yeryüzünü; görün suçluların feci akıbetini!”(27. 69)

Suçluların, sahtekârların (mükezzibîn) akıbetinden ibret almak için gezip görmeye çağıran bu ayetlerin delaletinden, İbrahim, İsmail, Hacer, Muhammed, Davut, Süleyman (minnet ve şükranımız, destek ve imanımız hepsinedir) hazeratını örnek almak için Mekke, Medine, Kudüs’ü ziyaret doğal olarak çıkmaktadır. Kötüler ve kötülerin diyarı “ibret-i âlem” için, iyiler ve iyilerin diyarı “nümune-i imtisal” için gezilir.

Moşe’yi anladık da Musa’ya ne oluyor?

İç organizesini Akev’in, dış organizesini İkram Turizm’in yaptığı seyahatin ilk durağı Amman’da yaşadık ilk şaşkınlığı: Kafilemizden bir İran Türkü ile evli bir arkadaş, sırf eşi “İranlı” gerekçesiyle Ürdün’e sokulmadı.

Uluslararası hukuka ve en temel insan hak ve özgürlüklerine karşı olan bu saçmalığa hâlâ bir anlam veremesem de, aşiret mantığının Türkiye’de dahil (Türkiye’deki kan bağı aşireti değil, ideolojik çıkar aşireti hâkim) tüm ulus devletlerde nasıl hâkim bir mantık olduğunu bir kez daha görmüş oldum.

Bu şaşkınlığım geçmemişken, ikinci şaşkınlığı İsrail hâkimiyetindeki Filistin topraklarında yaşadım: Çünkü kafilemizden herkese vize veren İsrail yetkilileri bir işadamının pasaportunda yer alan (O bir işadamı) İran giriş mührünü (İran Türklere vize uygulamıyor) bahane ederek önce o işadamını salıvermedi. Kafile ısrar edince, tüm kafilenin verilmiş vizelerini iptal ederek Kudüs’e doğru hareket eden otobüsü gerisin geri sınırdan çıkardı.

Hayatım boyunca dünyanın birçok ülkesine sayısız seyahatlerde bulunmuş olan ben, bu tür bir muameleyi ilk kez görüyordum. Bunun üzerine, İsrail sınır görevlilerinin o kaba ve insanlara işkence etmekten zevk alan tavırlarını hiç unutmayacağım ve o manzarayı gören kimsenin de unutacağını sanmıyorum. Bu arada birilerinin kulaklarını çınlatalım: Gördüğüm İsrailli asker ve komutanlardan kimileri, başında dini simge kippa (Yahudi takkesi) ve bir kucak sakalla üniforma içinde görev yapıyorlardı. Onların işi YAŞ değil.

Gelelim sadede: Ürdün’ün Musa ve Süleyman’larıyla, İsrail’in Moşe ve Salamon’ları arasındaki müşterek noktayı sanırım siz de fark etmişsinizdir: İran düşmanlığı.

Allah aşkına; bu ne kin, bu ne nefret? Diyelim ki bir iş adamı İran’la ticaret yapıyor, doğal olarak gidip-gelecek. Siz bu işadamını uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınmış seyahat özgürlüğünden nasıl men edersiniz? Eşi İranlı (o da Türk ama olmasa ne fark eder?) diye bir aileyi nasıl vizesi olduğu halde havaalanında saatlerce alıkoyar, manevi işkence uygularsınız?

Moşe ve Salamon’un düşmanlığını anladık diyelim.

Ya Musa ve Süleyman’ın düşmanlığına ne demeli? Bunu nasıl anlamalı?

Bu “ahmak” türü bizde de az değildir hani. Siz onların kinini de İsrail’in kâr hanesine yazabilirsiniz: Kendi kendine nefret besleyen bu ahmakça kinin, Kudüs’ün esaret zincirine eklenen bir halka olduğundan emin olabilirsiniz.

İslam’ın böyle “dostları” varken düşmanlarına ne hacet?

Evvel refik sümme’t-tarik

Eskilerin eskimez bir sözü bu: Önce yol arkadaşı, sonra yol.

İkram nereden buluyor bu güzel insanları, aşk olsun! Türkiye’de bir engin ve dingin yürek İbrahim Bey, Mekke’de Ahmet ve Muharrem beyler ve Medine’de Muhsin Bey…

Nasıl unutabilirim o nezaketlerini, o “ikram”larını?

Mekke ve Medine’nin, hac ve umrenin rantını dahi dinle imanla hiç alâkası olmayan, hatta din iman düşmanı firmaların yediğini biliyor musunuz? Resmi tanımla “Din turizmini” dinli imanlı insanların kurduğu firmaların yapması bir şans ve bu alanda daha katedilecek çok yol var.

Bu arada Hac tekelini elinde tutan Diyanet’e, “suizann” edenleri uyarayım. En yetkili ağızlardan aldığım bir duyum var: Diyanet, gönderdiği her hacıdan yaklaşık 450 dolar kâr ediyor. Yoo, hemen Diyanet’e yüklenmeyin. Diyanet’in resmi yetkilisi bu paranın 65 ila 85 dolarının kendilerine kaldığını söylüyor.

Gerisi mi? İşte orası meçhul.

Kimse duymasın, ama ben bu işlerin ciğerini bilenlerin tahminlerine dayanarak bir kuşkumu dile getireyim: Bu ülkede en kirli ve karanlık işleri çeviren çok derin odaklar, tüm bu kirli ve karanlık işleri eroin muslukları kesileli hacıların sırtından finanse ediyorlar gibi.

Araştırmacı gazeteciler, acar muhabirler, televizyoncular, TBMM’nin çalışkan milletvekilleri, Susurlukçular… Neredesiniz? Şu işe bir el atıverin.

( 21 Ağustos 2000 )

 

Yorum Yaz