Dedenin yanlışı toruna referans olmaz

Dedenin yanlışı toruna referans olur mu?

Her Kur’an okuyucusunun dikkatini çeken bir durum vardır: İnkarcı muhataplar, kendi yanlışlarına hep atalarını referans gösterirler. Tam da bu pasajların ardından Kur’an her seferinde Hz. İbrahim örneğini sunar.

Zımnen demek istediği şudur: Ataları örnek almada bu kadar ısrarcıysanız, İbrahim peygamber de atanız, onu örnek alsanıza!”

Yer Karadeniz’in ünlü bir ili. İslami camiada sevilen bir gençlik örgütü lideri şaibeli bir trafik kazasına kurban gitmiştir. Cenaze münasebetiyle aynı camianın aktif ve pasif, yeni ve eski siyasetçileri bir araya gelmiştir. Her üçü de defalarca bakanlık koltuğunda oturmuş (ikisi şimdi de bakanlık yapan) üç siyasetçi, hararetli bir tartışmaya koyulurlar. Konu “devlet”tir. Söz devlet için nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağına gelmiş olmalı ki, bugünlerde adı tartışmaların odağında olan bir Bakan devlet için nelerin yapılacağına tarihten bir referans gösterir:

“Devletin bekası için ceddimiz geçmişte kardeş kanı bile dökmüştür.”

İşte zurnanın “zırt” dediği yer.

Yanlışa sessiz kalmak, yanlışı meşrulaştırır. O yanlış, git gide doğrunun yerini alır. Orada da kalmaz, yanlış doğrunun tahtını işgal edince, doğruya “yanlış” muamelesi yapılır.

“Zulüm” işte budur. Etimolojik anlamıyla “bir şeyi kendi yerinden etmek”. Eğer bir şeyi asli yerinden ederseniz, bu örnekte görüldüğü gibi, üç kez zulmetmiş olursunuz. Bu nedenledir ki, her zulüm, katmerli haksızlıktır.

Devletin bekası için atalarının döktüğü kardeş kanını referans gösteren bir akla, “devlet” deyince yaptıramayacağınız zulüm, işletemeyeceğiniz menhiyat, irtikap ettiremeyeceğiniz yasak yoktur. Çünkü devlet onun için kutsallar listesinin başında geliyor. Cinayet bile “devlet” adına işlenince kutsiyet kazanıyorsa, varın gerisini siz hesap edin.

Bu vesileyle, asıl söyleyeceğim şu: Böyle bir aklın muhakeme tarzı anlaşılmadan, yeni TCK vesilesiyle bazı siyasilerin koyduğu tavır tam anlaşılamaz.

Devletin küfrü “zulüm”, imanı “adalet”tir. Adalet de tıpkı ahlak gibi “hesaplılığı” kaldırmaz. Hasbi ve hesapsız olmak zorundadır. Nasıl ki hesaplı ahlak özünde “ahlaksızlık” ise, hesaplı adalet de özünde “adaletsizlik”tir, zulümdür.

İşin kötüsü, devleti “zıllullah fi’l-arz: Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” (ki bu ifadeyi İslam tarihinde ilk kullanan Emevi liderleridir) gibi gören bu anlayışın İslam’a mal edilmesidir. Bunun İslam’la, Kur’ani ve nebevi siyasetle uzak yakın hiçbir alakası yoktur.

İlk muhatabı olan aziz Peygamber’e “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği gibi hüküm verebilesin için hakikatin apaçık ifadesi olan bu vahyi indirdik! O HALDE SAKIN HAİNLERİ KAYIRMA” (4.105) diyen bir vahyin öğretisinde böyle bir anlayışın yeri olur mu?

Tahmin ettiğiniz gibi bu ayetin çarpıcı ve ibretlik bir iniş sebebi var: Übeyrik oğullarına mensup Ebu Tı’me adlı bir Müslüman, Rifaa adında yeni Müslüman olmuş birinin un çuvalı içinde sakladığı silah takımını çalar. Önce evine getirir. Aranmasından korkarak bir Yahudi’ye rehin bırakır. Un izleri kendi evini gösterince de, Yahudi’yi haksız yere gammazlar. Yahudi tam ceza yiyecekken, gerçek suçluyu ifşa eden bu ayet iner. Hırsız Müslüman, suçsuz Yahudi’ye karşı kendisi kayrılmadı diye Allah Rasulü’ne sitem eder. Dinden döner ve Mekke’ye kaçarak müşriklere sığınır.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen gelenek, işte vahyin inşa ettiği bu selim akla sahip bir gelenektir. Bunun tersi, “insanı yaşatmasan da olur, yeter ki devlet yaşasın”, hatta “devleti yaşatmak için kardeşinin kanını dökmen gerekiyorsa onu da yap” diyen makbul olmayan bir gelenektir.

Kur’an’ın 1400 yıl önce sistemleştirdiği “şûrâ” kurumunu işletememiş bir siyaset, girdiği krizden çıkmak için önüne gelen tüm yollara başvuracaktı. “Kardeş katli” de, şer’î bir yönetimin işte bu tür bir arayış sırasında bulup kurtarıcı diye sarıldığı gayr-ı şer’i yöntemlerden biridir. Denize düşen devletin sarıldığı ithal bir yılandır. Bizans’ta tevir türlüsü ve dahi en âlâsı işlenen hanedan içi kan dökme geleneği, “devletin bekası” gerekçesiyle ithal edilmiştir. Dinin evrensel ilkeleri çerçevesinde savunulacak bir tarafı da yoktur. Ama bu bahs-i diğer. Biz konunun asıl bugünümüzü ilgilendiren boyutuna dönelim ve soralım:

Koca bir yüzyılı adına “devlet” dedikleri gardiyandan sopa yiyerek, “kan kusup kızılcık şerbeti içtim” diyerek, kırılan kolunu ve kanayan yüreğini yen içinde saklayarak bugünlere gelen bu mazlum ve mağdur milletin hasretle beklediği hak ve özgülükleri, yukarıda portresini sunduğumuz akıl aide edebilir mi?

Bir kere gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiş. Son düğmenin kendi yanlışına öncekini referans göstermesi yanlışı doğru kılmaz. Yanlış referanslardan yola çıkanlar, yanlış sonuçlara varırlar.

Sözün özü: Kişinin eylemi bilgisini, bilgisi bilincini, bilinci tasavvurunu aşamaz.

TAZİYE

Ömrünü insan yetiştirmeye vakfetmiş bir yürek fatihi olan Zeki Soyak Hoca’ya Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı dilerim.

 

Yorum Yaz