Dinden ıskonto yapmakla dine zam yapmak aynı şeydir

“Müzik konusundaki birçok rezervin İslam’la alakası olmadığını yıllar yılı yazan ve söyleyen biri olmama rağmen…”

Az kalsın kendimi suçlayacaktım. “Siz bu cümleden ne anlıyorsunuz?” diye kendisine cümleyi okuttuğum kişiler, bereket benim anlattığımı anladılar da, ben de “Acaba bende meramını anlatamama problemi mi var?” diye kendimi suçlamaktan vazgeçtim. Yukarıdaki tamamlanmamış cümle, iki hafta önceki yazımda yer alıyordu.

Konumuz müzik olmadığı için bu kadarla değinip geçmiştim o yazımda. Fakat saygıdeğer okurlarım arasından bu cümlemi tam tersine anlayıp, müziğin yasak olduğunu söylediğim zannıyla, biraz da telaşla, “İslam ve müzik” konusunda ısrarla soru soranlar çıktı. Bu konudaki sorulardan bir kaçı “İslam’da müziğin hükmü?” diye giriyorlardı söze. Bu soru biçimi, doğrusu, beni bu ülkede İslam’ı bilen ve öğretmekle mükellef olan ilim adamlarının sorumluluğu konusunda bir kez daha derin düşüncelere sevk etti.

Bir kez daha mırıldandım kendi kendime o ölümsüz dizelerden dilime üşüşenleri: “Yük ağır, azık kıt, vakit dar, yol uzun, talih zebun…” Bu ve buna benzer sorular, yanlış bir bakış açısını yansıtıyorlardı. Hem de, Müslümanlar arasında hayli yaygın bir yanlış bakış bu.

Ben bu tür bir soru biçimiyle karşılaştığım zaman, hemen Hz. Peygamber’in bütün sahih hadis mecmualarına giren şu mealdeki uyarısını hatırlarım: “Aranızdan en şerliniz, hakkında sükut geçilen bir şey sorusu sebebiyle yasaklanan kimsedir.” Bu, sadece vahyin iniş çağı için geçerli bir uyarı değil. Bu uyarı, Rasulullah’ın aynı zamanda Kur’an’ın helaller ve haramlar konusundaki maksadını nasıl anladığının harika bir göstergesi.

Bununla Rasulullah, adeta: “Allah’ın kulları için yarattığı güzellikleri haram kılan kimmiş bakayım?” (Araf 32) diyen ayeti tefsir etmektedir. Yine bununla 145. ayetinde yenilmesi yasak olanları sayan En’am Suresi’nin, yasaklığın arızi, serbestliğin esas olduğu ilkesini hatırlatan şu ayetine atıf yapar gibidir: “Allah mecburi durumlar hariç yasakladığı şeyleri size ayrıntılı olarak açıklamıştır…” (119) Evet, yasakları Allah açıklamıştır. Onun içindir ki İslam Fıkıh Usulü alimleri bütün bu nass ve nebevi uygulamalardan yola çıkarak şu temel ilkeyi koymuştur: Eşyada asıl olan mubahlıktır. Bu ilke dolayısıyla, hakkında nassî bir yasak bulunmayan bir şeyin helal olduğuna dair delil aramak abes sayılmıştır. Delil istenecekse serbestliğe değil yasaklığa delil istenir. Dinden ıskonto yapmak ne ise dine zam yapmak da aynı şeydir. Bırakınız bunu, sorumluluk sahibi ulema fetvalarını ruhsata dayandırırken azimetle ameli kendilerine ayırmışlardır. Cahiller dinden ıskonto, cahil sofular da dine zam yaparlar; ikisi de aynı şeydir oysa.

Meselenin püf noktası: Din kim içindir? Amacım fetva vermek değil, istikamet açısındaki sapmalara işaret etmektir. Kişinin dini hayatının, insana, eşyaya, hayata bakış açısından bağımsız oluştuğunu düşünmek mümkün değildir. “İslam’da şunun hükmü, İslam’da bunun hükmü nedir?” biçiminde kurgulanmış bir soru, İslam’ı hayatın dışında, hatta hayata karşı konuşlanmış bir öğreti olarak algılamak gibi kolay fark edilmeyen bir yanlış mantığa dayanmaktadır. Bunun yanlış bir İslam tanımına dayandığını geçen yazımda işlemiştim.

Burada, “Eşyada asıl olan mubahlıktır” ilkesine rağmen, tarihimiz boyunca gerek bakış açısı ve gerekse dini pratik açısından “eşyada asıl olan haramlıktır” demeye getiren bir çizgi hep olagelmiştir. Ve bu iki çizgi tüm kelam tarihi boyunca birbiriyle rekabet içinde olmuştur. Tedvin asrında başlayıp bize kadar gelen neredeyse 1200 yıllık iki çizginin en temelinde şu esaslı soru yatar: Din kimin içindir: Allah için mi, insan için mi? İşte bu can alıcı soruya, “Din Allah içindir” şeklinde cevap verenler, teoride tersini iddia etseler de “yasakların esas olduğu” bir pratik geliştirmişlerdir.

Bu anlayış kendisini “ihtiyata daha uygun” gerekçesiyle savunmuşsa da, hemen her zaman kontrolden çıkarak insanı hayatla karşı karşıya getirmiş, müntesiplerini “din insanın sıkıştığı bir köşedir” noktasına sürüklemiştir. Bu anlayış, sahibini kimi zaman kendi doğasıyla karşı karşıya getirmiştir.

Buna karşın, Kur’an’a ve onu hayata aktaran Hz. Peygamber’e bakarak “Din insan içindir” diyenler, dini bir “duvar” değil, insanı sıkıştığı köşeden kurtaracak bir kapı olarak görmüşler ve tüm ilahi emir ve yasakları şu doğru mantıkla algılamışlardır: Allah amaçsız hiçbir şey yapmaz.

O halde Allah’ın bu emir-nehiyde de bir amacı vardır. Bu amaç, Allah’ın çıkarına olamaz; çünkü Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O halde bu emir-nehiy mutlaka bir tarafın çıkarınadır. Çıkarı olan taraf insan tarafıdır.

Bu istidlal bana değil büyük İslam alimi Şatıbi’ye ait. Müzik, dedik nerelere geldik. “Müziğin hükmü nedir?” sorusunu ben “Bülbülün ötüşünün hükmü nedir?” sorusuyla aynı sayarım. Sesi ibadette kullanan ve Kutsal Kitabını ‘sesle süsleyen’ tek ümmet Ümmet-i Muhammed’dir.

Başta müfessir Fahreddin Razi olmak üzere Farabi’nin, İbn Sina’nın müzik ve nota konusunda müstakil eser yazdığını, Farabi’nin enstrüman çaldığını biliyor muydunuz? Haram olan şey, helali harama alet etmektir, vesselam. Hey gidi günler hey! İfratla start alanların tefritte finiş yaptıklarına “haram olan müzik”le yola çıkıp “el-kâsibu habibullah” deyu kanallarında dansöz oynatma noktasına gelen İhlaslı kardeşlerimiz ibrettirler: “Fa’tebirû ya uli’l-ebsar: İbret alın ey kavrama yeteneğine sahip olanlar!” “Heleke’l-mütenettiûn: Aşırı gidenler hep mahvoldular!”

( 10 Nisan 2000 )

 

Yorum Yaz