Diyanet’teki sansürcü kim?

Önce 16 yıldır yapılmakta olan Dini Yayınlar Fuarı’nın iptal edildiği haberi geldi.

İptal de, iptal gerekçesi de gizleniyordu. Tam da, Dini Yayınlar Fuarı bir oldu bittiye getirilerek bu yıl geçiştirilecekken, kamyonunun gündemine girdi. Diyanet’in bu tavrı sert eleştiriler aldı.

Sonunda Diyanet geri adım attı, fakat bunu yaparken de hiç bir şey olmamış pozisyonuna büründü. Diyanet’in geri adım atarak fuarın 17.sini düzenleme kararında kamuoyundan gelen tepkiler mi, yoksa Türkiye Diyanet Vakfı’nın fuar dolayısıyla kazandığı milyarlardan mahrum kalma korkusu mu ağır bastı, bu kestirilemedi.

Diyanet, fuarı düzenleme kararı almıştı almasına da, gelin görün ki, daha önce hiç görülmemiş bir sansür uygulamasını da sahneye koymuştu. Tam 7 yıldır fuara katılan Denge Yayınevi yetkilisi sözleşme imzalamak için vardığında, önce eksik belge demişler, yapılan kontrolde tamam olduğu görülünce, bir kaç kitabınız satılmamalı demişler ve en sonunda baklayı ağızdan çıkararak, bize ait tüm eserlerin fuara alınmayacağını söylemişlerdi. Yayınevi yetkilisi, bunun kanunsuz bir uygulama, bir sansür olduğunu söyleyip, bu konuda kendilerine bir belge verilmesinde ısrar edince, adı bizde mahfuz fuar yetkilisi, kendilerinin de kabullenemedikleri bu uygulamanın BÇG’nin bir tasarrufu olduğunu, kendilerini aştığını ve bir şey yapamayacaklarını dile getirmişti.

Daha sonra öğrendik ki, kitaplarına sansür uygulanan yalnızca biz değiliz. Bizden başka, kitaplarına sansür uygulanan sayın yazarlar arasında Ali Bulaç, Ahmet Taşgetiren, Yaşar Kaplan, Abdurrahman Dilipak, İhsan Süreyya Sırma, Sadık Albayrak, Hikmet Özdemir, Emine Şenlikoğlu, Şükrü Karatepe gibi isimler de bulunuyor. Tabi bunlardan ayrı olarak bir de fuara girmesi yasaklanan yayınevleri listesi var.

Gelmiş geçmiş diyanet işleri başkanları, ya kötü, ya iyi bir iz bırakarak gittiler. Kimisi “ulema-yı rüsum” olmakla anıldı, kimisi de celadet ve hizmetiyle. Sayın M. Nuri Yılmaz dönemi, Diyanet teşkilatının Cumhuriyet tarihi içerisindeki en netameli ve kritik dönemlerinden biri olmuştur. En çok merak ettiğim şey, Sayın Başkan’ın bu orta çağ engizisyon mantığına yaraşır sansür uygulamasını içine sindirip sindiremediğidir?

O makamın, ne iğneli fıçı olduğunu bilirim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sistem tarafından sokulmak istendiği kalıbın, devletin kendinden menkul laiklik iddiasıyla taban tabana zıt olmasına rağmen, “kiliseleştirme” olduğunu da. Aslında bu, öteden beri Hıristiyanlığa benzer bir İslam, İncil’e benzer bir Kur’an isteğinin mütemmim cüzü olan bir uygulama. Kaç kişi biliyor DİB’nın hâlâ bir teşkilat kanununun olmadığını? 70.000 cami 100.000 personelin kendisine bağlı olduğu bir kuruluş 20 yıldır teşkilat kanunu olmadan götürülüyor, ne diyeyim.

Kesin olan bir şey var; bu iğrenç sansür uygulamasını devreye sokanlar, yalnızca sansürün kendisine dişe dokunur hiçbir şey kaybettirmediği biz yazarları hedef almıyorlar, aslında bu uygulamanın dolaylı fakat en büyük mağduru uzun vadede Diyanet’in kendisi olacaktır.

Birileri Diyanet’i kendi kötü emellerine alet ediyorlar. Bunun adı “cinsel taciz” değil ama “dinsel taciz”. Bu ikincisi birincisinden çok daha kötü.

Ortaçağ Kilise’sinin engizisyon mantığını Diyanet’e taşıyarak, bilgiye, kitaba, kültüre destek olması gereken bir dînî kuruluşu, bilgiye, kitaba, kültüre düşman gibi göstermek, öncelikle Diyanet’in sorunudur. Çünkü Diyanet’in itibarını korumuk, bizden önce oranın ekmeğini yiyen zevata düşer. Diyanet’in öteden beri hem Devlet ve resmi ideolojiden beslenen bilumum esnaf nezdinde, hem de halk nezdinde ciddi bir itibar sorunu zaten var. Şimdi milletvekili olan ve yazdığı bir eserden dolayı DİB’e hakaretten yargılanan bir dostumun söylediği hâlâ kulaklarımda: “Yargılandığıma değil de, şikayeti reddeden hakimin, Diyanet’i ‘kendisine hakaretin kanunlarda suç sayılmadığı bir teşkilat’ olarak nitelemesine yanarım” demişti.

Diyanet’e düşen, sansürü ve kitap düşmanlığını savunmak yerine, bu tip yanlış uygulamaların önüne geçmek ve itibarını beş paralık etmemektir. Bu toplumda dini değerleri savunan, o değerlerin yaygınlaşması için yürek teri, zihin teri, alın teri döken mütefekkir ve yazarları hasmı gibi telakki eden bir Diyanet, kendi bindiği dalı keser.

İnsanın insani tarafının büyüyüp beşeri tarafının küçülmesi gerektiği böylesi kutlu günlerde, her satırını “kul hakkı” zemininde algıladığım köşemi böyle bir konuya ayırdığım için üzgünüm. Fakat bundan da fazla beni üzen, itibarı her fırsatta zedelenen Diyanet Teşkilatı’nın adının bundan böyle “sansür ve kitap düşmanlığı”yla birlikte anılması olacaktır.

Ha, az kalsın unutuyordum: “Damdaki kemancı”yı merak etmiyorum, merak ettiğim Diyanet’teki sansürcü. Sahi, kim o?

( 1 Ocak 1999 )

Yorum Yaz