Düğün gecesi gelinliğiyle gömülen hilafet

Tarihi bir gerçek var: İngiliz-Yahudi siyasetinin en büyük hedefi, Osmanlı’dan daha çok, âhı gidip vâhı kalmış “hilafet” idi.

Bunu ispata şu bilgi yeterlidir:

Lozan Antlaşması, Lozan’da 24 Temmuz 1923’te imzalandı. M. Kemal Paşa, mevcut Meclis yapısının bu anlaşmayı imzalamayacağını tespit ettiği için Meclis’i dağıttı. İkinci Meclis’e verilen ilk görev ilk günkü toplantıda (11 Ağustos 1923) alelacele Lozan’ı onaylamaktı, öyle de oldu. Fakat bu anlaşmanın resmen yürürlüğe girmesi için İngiliz Parlamentosu tarafından da onaylanması gerekiyordu. İngilizler masada imzaladıkları bu anlaşmayı onaylamak için tam 7.5 ay beklediler.

Neyi mi beklediler? Bu sorunun cevabı, İngiliz parlamentosunun Lozan’ı onayladığı tarihte gizli: 6 Mart 1924. Yani? Yanisi hilafetin Millet Meclisi’nce “ilga” (?) edildiği 3 Mart tarihinin hemen ardından.

İngilizler, sadece kuru bir unvandan ibaret kalmış hilafetten ne istediler?

Bu sorunun cevabını en iyi yine İngilizler bilir. Çünkü İngiltere, 20. yüzyılın başında, sömürgeleri sayesinde yeryüzünün en kalabalık Müslüman nüfusuna sahipti. Sultan 2. Abdülhamid’in hilafetin gücünü kullanmaya kalkması, sömürdüğü Müslüman topluluklarla İngilizlerin karşı karşıya gelmesine neden olmuştu. Abdülhamit, Türkistan’dan Libya’ya, Hindistan’dan Cezayir’e, Yemen’den Bosna’ya kadar Hilafetin nüfuzunu kullanmak için her çareye başvurdu, birçok Müslüman çevreyle iş birliği yaptı.

İngilizlerin Osmanlı hilafetine karşı besledikleri niyet açığa çıktıktan sonra Hindistan’da kurulan Hilafet Komitesi, Osmanlı’nın siyasal coğrafyası içinde yer almamış olan İslam toplumları arasında dahi, Osmanlı Hilafetinin yaygın nüfuzunun göstergesidir.

Bu nüfuzun etkisi, sadece Sünni dünyada değil, en müfrit Şii fırkalara varana dek, tüm mezhep ve mektepleriyle bütün bir İslam dünyası üzerinde görülüyordu. Bu cümleden olarak İslam’ın Şii yorumunun en uç fırkalarından biri olan İsmailiyye İmamı Ağa Han’ın İngiltere İslam Cemiyeti adına Ankara’ya, hilafeti kaldırmama, aksine daha da güçlendirme talebini içeren bir mektup göndermesi dikkate değer. Hindistan Müslümanları, savaşta paralarıyla destekledikleri Ankara hükümetinin, kendilerine kulak tıkamayacağı inancındaydılar.

Hilafet meselesi, o yıllarda İslam tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar teorik tartışmaların konusu haline gelmişti. “İlga”dan sonra Cumhuriyet’in ilk vekillerinde ve İslam hukuku hocası Seyyid Bey’in ‘istim arkadan gelsin’ kabilinden mevcut kararı meşrulaştırıcı ünlü konuşması ve ona muhalif görüşlerle, tartışma diğer coğrafyalara da sıçradı. Özellikle M. Reşid Rıza, başlangıçta ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaştığı Ankara’ya, hilafetin ilgasının ardından açtığı tüm kredileri sıfırlamış, hatta onun çıkardığı el-Menar dergisi, yeni rejimin İslam dünyasındaki en ateşli eleştiri platformu haline gelmişti.

Çoğu sömürge altında inleyen İslam topraklarında, ağır bir “hayal kırıklığı” yaşanıyordu. Cezayir’in allamesi Abdülhamid b. Badis’ten büyük İslam mütefekkir ve şairi Muhammed İkbal’e, Senusilerin büyük lideri ve ‘Kurtuluş Savaşı’nın fiili destekçisi Şeyh Ahmet Senusi’den Japonya’ya İslam’ı götüren ünlü İslam davetçisi Abdürreşid İbrahim’e, yüzyılın en cins alimlerinden Musa Carullah Bigi’den yüzyılın en ünlü Arap şairi Şevki Bey’e varana dek (ki o Paşa için yazdığı bir methiyede onu Hz. Peygamber’in büyük komutanı Halid b. Velid’e benzetiyordu, bir kaç yıl sonra yazdığı hilafet mersiyesinde ise “hilafet düğün gecesi gelinliğiyle kefenlenip gömüldü” diyecekti), İslam dünyasının en seçkin isimleri, kendilerini derin bir hayal kırıklığının gayyasında buldular.

Bizce, hilafetin “ilgası” İslam dünyasında ortaya çıkan İslami hareketlerin de başlangıcını teşkil eder. 1928’de Mısır’ın İsmailiyye’sinde genç bir öğretmenin ellerinde doğan İhvan-ı Müslimin hareketinin çıkış nedeni, 1350 yıllık İslam hilafetinin son vatanı Anadolu’da batmasının Müslüman toplumlar üzerinde meydana getirdiği psiko-sosyal travmadır. Aynı şey, Mevdudi önderliğinde Hind Altkıta’sında doğan Cemaat-i İslami için de geçerlidir.

Yani, hilafet kurumunun beklenmedik bir şekilde aniden ortadan kaldırılması, tüm Müslümanların ruhunda derin bir boşluk bırakmıştır. Bu boşluğu doldurma çalışmaları o gün bu gündür son bulmamış ve bulacağa da benzememektedir.

İşte Cezayir’de Devlet Başkanı Buteflika’nın, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e “Osmanlı Commonwealt”ı oluşturulmasını teklif etmesini bu çerçevede algılamak gerekmektedir. “Türk ulusçuluğu” temelinde yükselen Kemalizm’i Arap toplumlarında yeniden üretme düşüncesinin bir ürünü olan Baasçılık (Hilafeti ilgaya Ankara’yı ikna eden Başhaham Haim Naum’un bu işi hallettikten sonra Mısır’a giderek orada Baasçılığın babası Cemal Abdünnasır’a tercüman ve danışman olması tesadüf olmasa gerek) tabiatıyla Arap ulusçuluğuna yaslanıyordu. Kemalist eğitimle Baasçı eğitimin ortak noktası “Osmanlı düşmanlığı” idi. Baas dönemi Arap aydınları hep bu kafayla yetiştiler. O eğitimi alanlardan biri olan Buteflika’nın şimdilerde “Osmanlı Uluslar Topluluğu” oluşturalım teklifinde bulunması, bir ezber bozmadır. Aynı tutum zımnen Beşşar Esed’de de görülmüştür ve Osmanlı toprağında kurdurulan diğerleri de er geç bu tutumu alacaklardır.

Tarih kaderdir, coğrafya kaderdir. Kaçamazsınız. Arkanızdan kovalar ve sizi iki yakanızdan tutup sarsar ve der ki: Ya kendine gel, ya da yok ol!

Rüya görmek mi? Hadi canım sen de! Rüyası olmayanın çek kuyruğundan.

 

Yorum Yaz