Efendim

MEDİNE… Yokluğunda seni özledik.

Sana değen rüzgârı seni örten bu­lutu özledik. Özlemeyi, özlenilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik Efendim.

Aşkı, gözyaşını, müsamahayı, ah­lakı, adabı, ihsanı, irfanı, iz’anı, fe­raseti, basireti, şecaati, celadeti, adaleti, meveddeti, muhabbeti özledik.

İzzeti, hikmeti, fıtratı, şefkati, hürmeti, devleti özledik.

Senden sonra tefrika meşrebimiz, taklit mezhebimiz, cehalet mektebimiz, atalet fıtratımız, hamakat şöhretimiz, ihanet sıfatımız, küffar velinimetimiz oldu.

Efendim,

Sen kendini “abduhu ve rasuluhu: O’nun kulu ve elçisi” olarak takdim etmiştin. Sana iman eden bazıları sana hürmet adı altında seni kulluktan “kurtarıp” melekleştirerek hayattan dışladılar. Bu ifrata karşı başka bazı­ları da tefrite sapıp seni “güzel örnek” olmaktan çıkarıp bir “postacı”, bir “ara kablosu” seviyesinde görerek hayattan dışladılar.

Bunların hepsi sana iman ediyordu. Ama seni hayatımızdan çıkarmanın ızdırabını çektirdiler bize. Bu işi, göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta hiçbir şeyi değiştirmedi.

Allah seni “güzel örnek” olarak gösterdi. Sen, Kur’an’ın konuşanı, yürüyeni, hareket edeniydin. Tıpkı bir annede spermin insana, bir ağaçta suyun meyveye, bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir koyunda samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayata dönüşüyordu.

Allah ısrarla seni örnek gösterirken, birileri ısrarla “kitab”ı, kitapları örnek göstermekte direndiler. Öylesi işlerine geliyordu, cansız bir nesneyi örnek edinmekle, canlı bir insanı örnek edinmek aynı olur muydu?

Efendim,

Kitapsızlıktan değil, “peygambersizlikten” kırıldık. Yokluğumuz peygamber yokluğu. Seni hatırlatan, seni andıran insanların hasretim çekiyoruz. Çocuklarımız peygamberi sorunca “evladım onun ahlakı tıpkı falancanın ahlakı gibiydi” diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az.

İnsanlık destanıyla yaşıt olan vahiy sürecinde birçok kitapsız peygamber gelmişti de, bir tek “peygambersiz kitap” gelmemişti. Sayemizde yaşlı dünya ona da şahit oldu efendim. Peygambersiz Kitab’a, Muhammed aleyhisselamsız Kur’an’a da şahid oldu. Şimdi Kur’an mahzun efendim, Kur’an öksüz. Seninle Kur’an’ın arasını ayırdık, etle tırnağın, toprakla tohumun, anayla evladın arasını ayırır gibi.

Gel de bir bak Efendim, bu mazlum ümmetin hali pür melaline. Bıraktığın din tanınmaz hale geldi. Bıraktığın sitenin harabelerinde baykuşlar tünedi.

Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın.

Bir olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu.

Bıraktığın kutlu mirası hovarda mirasyediler gibi parçalayarak paylaştık Efendim . Nebevi mirasın irfani ve ahlaki boyutuna bir hizip, ilmi ve fik­rî Boyutuna bir başka hizip, siyasî ve hareketi boyutuna ise daha başka bir hizip sahip çıktı. Yüzyıllardır tüm bu hizipler ellerindeki parçanın “bütü­nün kendisi” olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler. “Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu.” Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup “hak benim” dedik.

Oysaki Efendim, bazen parçalanan hakikat hakikat olmaktan çıkar. Ait olduğu bütün içerisinde anlamlı olan bir parça o bütünden ayrılınca anlamsızlaşabilir. Bunu fark edemedik Efendim.

Efendim,

İsrailoğulları, peygamberlerini katlediyorlardı. Biz de senin güzel hatıratını, emanetini, adını ve sünnetini katlettik. Seni katlettik Efendim.

Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde, işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, eylemlerinde, evlerinde yaşattılar.

Kimilerimiz içinde sen hiç doğmadın. Onlar hep senden mahrum yaşa­dılar. Şol mahiler ki derya içreydiler, deryayı bilmediler.

Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim…

Seni çok seviyoruz, seni çok özlüyoruz.

Bize kırgın mısın Efendim?

( 12 Mart 2001 )

 

Yorum Yaz