Ekmek durursa su götürür, ya su durursa?

Evet, ekmek boğazda durursa boğulmamak için su içersiniz, ya su durursa?

Türkiye’yi Cumhuriyetin kuruluşundan beri yöneten sınıfların ideolojik kimliği belli… Can Ataklı doğru söylüyor: Bu ülkeyi şimdiye kadar hep adı sanı belli malum kesim yönetti.

Belki de biz şucuyuz bucuyuz derken istismar ettiler. Eğer onlar şucu buculuklarını istismar ettilerse, o zaman, söz konusu resmi ideolojinin samimi “mü’minlerinin” bu istismarcıların karşısına çıkması gerekmez miydi? Ben şimdiye kadar böylesine ciddi bir karşı çıkışa da şahit olmadım. Dolayısıyla, “istismarcı” mazeretinin ikna edici olmadığını düşünüyorum. Sözün özü, bu ülke başından beri hiç resmi ideoloji muhaliflerince yönetilmedi. Şu durumda, bu ülkede olup bitenlerin sorumluları aranacaksa, kimler arasında aranacağı da belli değil mi?

Memleketin boğazına su durmuştur: Yani yöneten sınıflar!

Onlar, memleketi yönetmeye talip olmuşlardı. Bunun anlamı, boğazda durup da milleti nefessiz bırakacak tıkanmaları açmaya talip olmak demekti.

Peki, sonuç ne olmuştur?

Sonuç ortada: Kendileri gelip memleketin boğazına durmuşlardır. Memleket nefes alamaz hale gelmiştir. Boğulmak üzeredir. Bağırmak istemekte, fakat nefes borusu tıkalı olduğu için bağıramamaktadır. Çığlık atmakta, fakat bu, “sessiz çığlık” olmaktadır. Belki de milletin boğazına duranlar, milletin çığlığının duyulmamasını hedeflemişlerdir.

 “Mütref” sınıflar

Hırsızlık ve soygun, tarih boyunca her tür rejimde görülmüştür. Devlet, gücün ve paranın temerküz ettiği kurumdur. Gücün ve paranın olduğu yerde, onları istismar eden cibilliyetsizler de çıkacaktır. Monarşilerde hırsızlığın, cumhuriyet ve demokrasilerden daha kolay yapıldığı sanılır. Ne de olsa, astığım astık, kestiğim kestikçidir monarşiler.

Monarşiyi hiçbir zaman sevmedim. Fakat modern yönetimlerle karşılaştırdığımda, monarşilerde milletin malının çok daha az çalındığı kanaatine kapılıyorum. Sözgelimi monarkın hırsızın biri olduğunu düşünelim. O tekti ve ihtiyacı kadar çalacaktı. Fakat kabuğunda Cumhuriyet ve Demokrasi yazan, ama içini açtığınızda binlerce monarkın hüküm sürdüğü bir oligarşide, suyun başını hırsızların tuttuğunu düşünün bir?

Ben düşünmek dahi istemiyorum, fakat iliklerime kadar hissediyorum. Her biri bir Karun. Her Karun bir kanun. Çünkü kanunu Karun’lar için yapmışlar. Beri yanda “Hırsızlık yapan Muhammed’in kızı Fatıma da olsa cezalandırırım!” diyen Hz. Peygamber’in söylemini dillendirmek yasak. Onun bu öğretisi “sakıncalı”. Dile getirene “mürteci” damgasını vuruyorlar. Yoksa onlar hırsızların avukatı mı veya ortağı mı? Ya da “Allah korusun- daha beteri mi”

Ne bileyim ben!

Evet, tarih boyunca her devlette hırsızlık olmuştur. Hatta her sistemin ve ideolojinin kendi hırsızları olmuştur. Ama şimdi olan tarihte görülmemiş bir şey. Toplumca izlediğimiz ürkünç manzara; ideolojik hırsızlığı da aşıp hırsızlık ideolojisine dönüşmüş durumda. Bunun sonucu ahlaki çürümedir. Görünen de odur. Ahlaki çürüme, eğer tedbir alınmazsa, kaçınılmaz olarak toplumsal çözülmeyi getirir. İşte şu ayet tarihin bu yasasını açık ve net bir biçimde dile getirmektedir:

“Biz (belasını arayan) bir toplumun helake uğramasını dilediğimiz zaman, oranın refaha gömülmüş yönetici seçkinlerine (mütref) uyarımızı iletiriz; ne ki onlar ahlaksızlığı tırmandırırlar(sa); işte o zaman,  o toplum için yasa gerçekleşir ve biz de onu yerle bir ederiz.” (17.16)

 Ya hırsızların eli, ya da milletin soluğu

İşte “toplumsal çöküş” dediğimiz şeyle, ayetin sözünü ettiği bela yasası aynıdır. “Devletler küfürle değil zulümle yıkılır” diyordu Şeyhülislam İbn Teymiyye. El-Hak doğrudur. Fakat kimin üstüne yıkılır? Elbette ayaklarını baş başlarını ayak eden toplumun üstüne yıkılır. Altında toplum kalır.

Bunu önlemenin yolu, o toplumdaki hastalanmamış organların sağlıklarının korunması, hastalanmış olanların tedavi edilmesi, tedavisinden ümit kesilmiş olan unsurların ise karantinaya alınıp hastalık yaymalarının önüne geçilmesidir.

Şu halde, “çalmamak, ahlaksızlık yapmamak, kokuşmanın dışında kalmak” yetmez. Bu, insanı sorumluluktan kurtarmaz. Aynı zamanda toplumun en sağlıklı, en ahlaklı, en güvenilir unsurları hastalanmış organların tedavisinde hastabakıcı rolü, tedavisi imkansız olanların karantinaya alınmasında ise, “klor” rolü üstlenmek durumundadır.

Suça sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Günaha sessiz kalmak, günaha ortak olmaktır. Zulme sessiz kalmak, zulme ortak olmaktır. İnsanın haykıracak yeri sadece hançeresi değildir.

Sözünü ve sesini kesmiş ve kısmışlarsa, “ağlasın” ve gözüyle çığlık atsın.

“Surat asmak hakkımız” desin ve yüzüyle çığlık atsın.

Göğsüne yüreğinden başka muska takmayıp, iki ayaklı dua kesilerek özüyle çığlık atsın.

İmanı tükenmeyenin imkanı tükenir mi?

Millet unutmasın: Eğer hırsızların elini cebinden, sevgisini yüreğinden, kültürünü aklından kesemezse; hırsızlar kendisinin nefesini kesecek!

( 13 Kasım 2000 )

 

Yorum Yaz