Emaneti ehline vermek (IV)

Dört haftadan beri köşemize Nisa suresinin 58. ayeti konuk oluyor. İlk üç yazıda ayeti oluşturan dört cümleden ilk ikisi üzerinde durduk.

“Emaneti ehline vermek” emri, bir fiildir. Yani bir şeyi yapmak emredilmektedir. Her eylemin arkasında bir muhakeme tarzı, bir akıl yürütme biçimi bulunur.

Bunlardan birincisi “emaneti ehline vermeyi”, ikincisi “adil hüküm vermeyi” emrediyordu.

İnsanın yapıp ettiği tüm eylemleri metre ve terazi kullanarak alıp-satmaya benzetebiliriz. Her eylemin bir endazesi, bir ölçü ve tartısı vardır. Bir eylemi ölçüp tartan yer akıldır ve aklın bu işi yapmasına da “muhakeme” adı verilir. Fakat aklın eline ölçü aletlerini veren merkez tasavvurdur. Tasavvur yanlış metre ve kilo verirse akıl yanlış ölçüp tartar. Akıl yanlış ölçüp tartarsa, o insanın eylemi yanlış olur.

Ayetin ikinci cümlesi “hüküm verdiğiniz zaman adil hüküm vermenizi emreder” derken, aslında şunu demiş olmaktaydı: Adil hüküm veren bir muhakemeniz yoksa emaneti ehline veremezsiniz. Bunu isteseniz de yapamazsınız; çünkü yanlış rotayla doğru menzile, yanlış haritayla doğru adrese ulaşamazsınız.

Ayet buraya kadar, “emaneti ehline verme” eylemini ve bu eylemin arkasında yatan muhakeme tarzı olan “Adil hüküm verme” niyetini belirleyici iki şart olarak ortaya koydu. Fakat burada durmadı.

Bu iki şartın gerçekleşmesi için daha üst bir şart koştu ki, bu yukarıdakilerin gerçekleşmesinin de garantisiydi. Bu şartı şöyle özetleyebiliriz: Allah’a güven, O’nun senin için öngördüğüne teslim ol!

En iyisi bu özeti kendisinden çıkardığımız ayetin üçüncü cümlesinin mealini vermek: “Allah bununla size en güzel olanı öğütler”.

İşte burada iş; aklı da aşıp “iman”a, ahlaki anlamıyla “güven”e varıyor.

Çünkü kişi Allah’a güvenmeden O’nun kendisi için en iyi olanı teklif ettiği sonucuna varamaz. Bu bir “güven” meselesidir, yani “iman” meselesidir.

Bu imanın/güvenin temelinde şu ön bilgiler vardır:

Allah insanı en iyi bilendir? O, insanın hasmı değil dostudur?

Dolayısıyla sevdiği insan için en doğru ve iyi olanı emreder.

Bitmedi. Ayetin son bir cümlesi daha var ki, bu cümle de yukarıdaki gibi imanla alakalı bir cümle. Allah’a neden güvenmemiz gerektiğini açıklayan bir cümle. Ya da güveneceğimiz Allah’ın nasıl bir Tanrı olduğunu açıklayan bir cümle:

“Unutmayın ki Allah her şeyi işitir ve görür.”

Allah ehline vermediğiniz emaneti görür. Bunu “sadece Allah değil aklı başında insanlar da görür” diyecekseniz, elbette haklısınız. Fakat O’nun görüp başkalarının görmediği boyutu o emaneti neden ehline değil de başkasına verdiğidir. Onun aklına arız olan hastalıkları, ölçüp biçtiği araçların noksanlığını ve sebeplerini, muhakemesindeki yamukluğu, kalbindeki eğriliği, içinde gezen ve kuyrukları birbirine değmeyen kırk tilkiyi? Bütün bunları görür ve işitir.

Tabi ki başta emaneti tevdi eden kişinin tevdi ediş gerekçesini işitir.

Fakat asıl dışa vurduğu gerekçeyle? Varsa- içinde yatan niyet arasındaki farkı da “görür”.

Emanete ihanet edenlerin, bu ihanetlerine geçirdikleri tumturaklı kılıfları da “işitir”; fakat bu kılıfların altında yatan gerçeğin çok daha farklı olduğunu da “görür”. Mesela “İslamî” gerekçeler adına, “ehven-i şer” söylemleriyle emaneti “şerirlerin” eline verenlerin, Allah’ın rızasını mı cemaatin (aslında kendisinin) çıkarlarını mı gözettiğini de görür. Şu da var ki, onlar içerisinden tevbe edenleri ve tevbesinde samimi olanları da işitir ve görür.

Yorum Yaz