Entellektüel Sadomazoşizm

Bessam Tîbî, Batı’da yaşayan Arap asıllı bir aydın.

Yıllardan beri kendi beynini öz elleriyle yiyen bir idrak hastası gibi, kendisinin de ait olduğu

İslam’a savaş açan ABD ve Batılı müttefiklerinin cephanesine “entellektüel” katkıda bulunuyor. Türkçeye “Yeni Uluslararası Radikalizm-Siyasal ve Anarşist İslam’ın Meydan Okuyuşu” diye çevirebileceğim bir kitap kaleme almış.

Kitabında, Batılı efendilerini, kendi öz değerleri olan İslam’a ve İslami değerlere karşı isterik bir edayla kışkırtıyor. Bessam Tîbî, Selman Rüşdi’nin biraz daha entellektüel olanı. Kitabı da “The Satanic Verses”in daha rafine bir türevi.

Ben, Tîbî ve Rüşdî gibilerinin psikolojisine “entellektüel sadomazoşizm” diyorum. Bildiğiniz gibi “sadomazo”lar, kendi kendilerine işkence etmekten hoşlanan, bununla “tatmin” olan “ruh hastalarıdır”.

Biz bu hastalığı II. Sultan Mahmud döneminden beri tanıyoruz. II. Mahmut, atalarının devşirme geleneğini tersine çeviren adam. Bir yandan Yeniçeri Ocağı’nı topa tutan II. Mahmut, bir yandan da Müslümanların cins çocuklarını toplayarak Paris’e gönderiyordu. Bu çocuklar, ülkelerine “Batı’nın yeniçerileri” ya da “kontr devşirmeler” olarak döneceklerdi.

Efendisi M. Reşit Paşa’ya “Sensin ol fahr-i cihan-ı medeniyyet” diyerek “peygamber” payesi veren Şinasi sözkonusu “Batı’nın yeniçerilerinden” sadece biriydi. Son “Halife” Abdulmecid Efendi, Morning Post Gazetesi’nin kendisiyle yaptığı 7 Aralık 1918 tarihli söyleşide, “Biz Türkler bütün kültürümüzü Fransa ile İngiltere’den aldık” derken, bir anlamda doğru söylüyordu.

Tabii, cümledeki “biz Türklerin yerini, “Biz 19. Yüzyıl Osmanlı aydın ve aristokratları”nın alması şartıyla.

O günden bu güne, içimizdeki beyaz casuslar, emellerini müstevlilerin emelleriyle birleştirip, kendi değerlerine, düşmandan beter düşmanlık ettiler. Son yıllarda, entellektüel sadomazoşizmin ne derekelere inebileceğinin çarpıcı örneklerine şahit olduk.

Filistin meselesine bir Siyonist gibi, Bosna ve Kosova’ya bir Sırp Çetnik’i gibi, İran ve Sudan’a bir Amerikan Coni’si gibi bakan Türkiye’deki bunca aydın makulesinin İslam’a bir “haçlı” gibi bakması hiç de ilginç değil.

Bu nedenle Cezayir haberlerini bir Fransız gibi veriyorlar. Bu nedenle, Fransa’daki başörtülü kız Esma Nur’un davasına, Le Pen’ci bir “dazlak” gibi “düşman”ca yaklaşıyorlar. Bu nedenle, kamuoyunu “Pişmanlık Yasası”na hazırlamak için, eli kanlı katillere “insancıl maskelerini” takarak yaklaşanlar, başörtülü öğretmenlerin, gencecik kız öğrencilerin coplanmasını görmezden geliyor, kimi zaman da alkış tutuyorlar.

Bir İslami İlimler profesörü olan Prof. Dr. Ömer Abdurrahman’ı, her türlü insanlık ve edep dışı bir tavırla “Kör İmam” ilan eden de bu beyaz casuslar değil miydi? “Görme özürlü” demeyi bile incitici bulup “görme engelli”yi tercih eden Batı’nın yeniçerilerinin, İslam söz konusu olunca, insanlıklarını nasıl rafa kaldırdıklarının tipik bir örneğiydi bu.

Tüm entellektüel sadomazoşistlere, tüm beyaz casuslara ibret olsun için

Londra’da haftalık yayınlanan Vasat dergisindeki bir söyleşiden (sayı 367, 8-14 Şubat 99) alıntı yapmak istiyorum. Söyleşi Prof. Ömer Abdurrahman’ın ABD’li avukatı, aynı zamanda ABD Barolar Birliği eski başkanı da olan R. Clarck’la yapılmış:

“- Yargıtay’ın cezayı onaylamayı geciktirmesinde bir takım siyasi nedenler olabileceğini düşünüyor musunuz?

“- Elbette. Bu dava, daha önce de ifade ettiğim gibi, salt İslam’a saldırı davasıdır. Amacı ise, tüm İslam alimlerinin, görme engellisine varıncaya dek -Dr. Ömer Abdurrahman gibi- terörle içli-dışlı oldukları inancını yaymaktır.

Bu dava, İslam’ı, Batı’da bir “şeytan” olarak tanıtmanın aracı kılınmıştır. Bu hedefe ulaşmak için, bundan daha güzel bir fırsat olamazdı.

Fakat bu amacı güdenlerin ellerinde, Üstad’a atılan suçlara ilişkin delillerin olması gerekiyordu. Ne ki, şu ana kadar, hiç bir delil sunabilmiş değiller. /?/ Öyle görünüyor ki, bu dava, salt siyasi bir karardır ve amacı da bu zatın hayatını mahvetmektir. Tabi ki bu bir cinayettir. Hatırlamak gerekir ki, bu zatı, ABD polisi, yasalara aykırı olarak ülkelere giriş yaptığı için tutukladı. Gayesi de sınır dışı etmekti, yargılamak değil.”

Söyleşiden, şeker hastası olan Prof. Abdurrahman’ın, kasıtlı ihmal sonucu 25 kiloya düştüğünü (Hapishaneye girdiğinde 100 kilo imiş), Clarc’ın, Prof Abdurrahman’ın ricası üzerine ta Mısır’ın Asyut’una gelip ailesini ziyaret edip teselli ettiğini, daha da ilginci Clarc’ın, Prof. Abdurrahman’ın savunması için ücret almadığını ve verilenleri de kabul etmediğini öğreniyoruz.

İçimizden çıkan “entellektüel sadomazoşistler”lerden, İslam’a ve Müslümanlara karşı R. Clarck kadar objektif olmalarını beklesek, fazla şey mi beklemiş oluruz?

( 24 Şubat 1999 )

Yorum Yaz