Erdoğan Akın’ı nasıl anlasın Diyanet?

Erdoğan Akın’ı bilenler bilir. O, İslami kesimden gençlerin severek dinlediği bir müzisyen.

Çevresindeki kimsesizlere, yoksullara sığınak olan orta halli bir işadamı. O bir baba, o bir eş. Ama hepsinden öte o, adam kıtlığında hâlâ adam kalabilmiş bir “adam”.

Çok sevdiği kızlarını, eşini, işini, her şeyini Allah’a emanet edip “canlı kalkan” olmak için yola koyulmuş. Yeni model iki aracını da bu işe hasretmiş. Hatta bununla yetinmemiş, bu işe gönül vermiş kişilerin kimi masraflarını da cebinden üstlenmiş.

Erdoğan Akın’ın ümmetin acı çeken evlatlarına karşı hissettiği borçluluk duygusuyla sanatçı duyarlılığı birleşince, onu yerinde durdurmaz etmiş. Karşımdaki gözleri de gönlü gibi dolu dolu olmuş adamın, Iraklı mazlumların başına yağacak olan bombaların altına yüreğini koyduğunu, bizzat görüyorum.

Bu iş inanç işi. İnanmazsan, yapamazsın arkadaş. Erdoğan’ın yaşlı gözlerini görmeyen, onu yola çıkaran saikın ne olduğunu anlayamaz.

Mesela Kutub gibi, Şerîatî gibi, imanına canını şahit kılmış olanlar hakkında ileri-geri konuşan hakiyetsizleri gördüğüm zaman, içim bir hoş olur. Hem ürperir, hem şaşırırım.

Hep merak ederim; bu nankörler, acaba Ali İmran 156. ayeti bilseler, hâlâ böyle cüretkâr konuşuyor olabilirler miydi? Ve içimden şu soruyu sormak geçer:

“Bayım! Siz hiç öldünüz mü?”

Erdoğan, Diyanet’in memurlarını anlamadığını söylüyor. “Biz mi yanlış okuduk, onlar mı yanlış konuşuyor?” diye soruyor. Cevabı belli.

Yok, Diyanet’in tuzu kuru memurlarına “Memur bey, siz hiç öldünüz mü?” diye sormayacağım. Çünkü karşımdaki kişinin olaya yaklaşımı o kadar yüzeysel ki, bırakın ölmesini bilmeyi, yaşamasını bildiği dahi su götürür.

Nedendir, bilinmez! Dine diyanete en azılı düşmanların küfrettiği dönemlerde anlamlı bir suskunluğa bürünen Diyanet’in bayramlık ağzı kırk yılda bir açılıyor. Gelin görün ki, bu açılışta, ortaya bir çuval yanlış saçılıyor. Toplayabilene aşkolsun.

Adını hatırlamıyorum. Güzel yüzlü, aksakallı bir Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi, fetvayı bastı: “Canlı kalkan olmak intihar demektir, dinimiz buna izin vermez.” Delil olarak da, “Kendinizi öz ellerinizle tehlikeye atmayınız” mealindeki Bakara 159’u gösteriyor.

Bu köşenin takipçileri, “İntihar Değil İstişhad” başlıklı yazıdan şu satırları hatırlayacaklardır:

“Emevi hanedanı döneminde Abdurrahman b. Velid komutasında bir İslâm ordusu Konstantiniyye (İstanbul) üzerine bir sefer düzenledi.

Sahabeden hayatta olanlar ve onlardan biri olan Ebu Eyyüb el-Ensari de ordudaydı. İşte bu savaş sırasında Müslüman ordusundan bir kahraman kaleye sırtını dayamış olan Rum ordusuna karşı tek başına taarruza geçti. Bu, sonucu mutlak ölüm olan bir saldırıydı. Ve tabii ki o zat şehit oldu. Bu durumu gören Müslümanlar içerisinden kimileri bu ayeti okuyarak “Vah vah! Kendisini elleriyle tehlikeye attı!” dediler.

Orada olan Ebu Eyyub el-Ensari, bu yanlışa anında müdahale ederek dedi ki: “Ey Müslümanlar, bu ayet biz Ensar hakkında indi. Allah, Resulüne fethi ve zaferi ihsan ettiği zaman, biz artık işimize gücümüze bakıp, malımız melalimizle uğraşalım demiştik. Allah işte o zaman bu ayeti indirdi. ?Kendini tehlikeye atmak” demek, mal sevdasıyla cihadı/mücadeleyi terk etmektir.” (Ebu Davud; Tirmizi)

Şimdi siz söyleyin: Bu ayetin gerçek muhatabı kim?

“Bir insanın hayatta kalmasına vesile olan, bütün bir insanlığı diriltmiş gibidir” diyen Kur’an’a uyarak, “çocuklar ölmesin” diye bedenini fiili bir dua olarak kullanın Erdoğan Akın ve onun gibiler mi? Yoksa, yanı başlarında gürleyerek gelen katliama seyirci kalıp, onlara kucak açanlara engel olmaya çalışan, Diyanet’in tuzu kuru yetkilileri mi?

1 Yorum

Yorum Yaz