Ezanla oynamaya gelmez

Yine bir kaşık suda kopartılan fırtınanın sesini dinlemek zorunda bırakıldık.

Çok lazımmış gibi bir ezan meselesi gündeme getirildi. Konuşmalarına ve yazdıklarına bakılırsa, Yaşar Nuri Bey’in bu konuda fena halde dolduruşa getirildiği anlaşılıyor. Neymiş efendim, ezan hoparlörlerin mekanik sesinden kurtarılmalıymış!

Ezanın tek parti diktası yönetiminde olduğu gibi aslının yasaklanmasını savunmadığını açıkladı Yaşar Bey. “Bir ezan âşığı olarak” diye de ekledi. Buraya kadar güzel… Zaten bir varilin yuvarlanışını andıran ve uzaktan “tangır-tungur” diye anlaşılan bir çevirinin ezanın yerini alacağını savunmak komik olurdu doğrusu.

Kaldı ki, ezan kelimesinin anlamı “duyuru”dur ve ezanın namaza çağrı olduğunu zır cahil bile bilir. Ezan 1400 küsur yıldan beri asli diliyle okunur ve bu bir “dil” olmaktan çok bülbülün sesi, ormanın uğultusu, ırmağın şırıltısı kadar doğal bir “üst dil” halini almıştır. “Nutk” değil “mantuk”tur aslolan. Bu üst dil malumattan çok marifete yakındır. Ezan entelektüel bir eylem değildir, işlevseldir.

Gelelim “ezanı hoparlör cızırtısından kurtarmak” adı altında yapılmak istenene.

Yukarıda değinmiştik: Bu ülkede ezan düşmanlığı açıkça değil hep gizliden yapılır. Tıpkı din düşmanlığının hep başka gerekçelerin ardına saklanarak yapıldığı gibi. İslam’a saldırılırken İslam diye değil “irtica, karanlık, gericilik” diye saldırıldığı gibi.

Ezan düşmanlığının en tipik örneği Tek Parti diktası zamanında ezanın asli dilde okunmasının yasaklanmasıyla yaşandı. Ezan, bir coğrafyadaki Müslüman varlığının simgesiydi. Müslüman Anadolu halkı ezan yasağını dine açılmış bir savaş olarak algıladı. Samimiyetle itiraf edelim ki, Menderes sevgisinin temelinde de onun bu anlamsız yasağı kaldırması yatıyordu. Yasak kalktıktan sonra garip bir şey oldu: Yılların uygulamasına rağmen bir tek cami cemaati çıkıp da, biz ezanın aslını istemiyoruz demedi.

Ezan yasağını kaldırması Menderes’i milletin sevgilisi yapmıştı, ama ezan düşmanlarının da bir numaralı düşmanı yapmıştı. Onlardan 80’ine merdiven dayamış birine, geçenlerde resmi TV kanallarından birinde tanık oldum. Adamın kini bunca yıl sonra dahi dinmemişti. Menderes’e geldi söz bir ara ve ekrandaki yaşlı bay onun asılmayı neden hak ettiğini “Ezan”la açıklayıverdi.

12 Eylül’ün ardından mahut eller ve diller yine Müslümanın ezanına uzanmaya başladı. İyi hatırlıyorum, genelgelerle müftüler fena halde sıkıştırılıyordu. Gerekçe neydi biliyor musunuz: “Hoparlörler minarelerin estetiğini bozuyor.”

İnandırıcılığı var mı Allah aşkına bu komik gerekçelerin? Halk yer mi? Tabii, hoparlörler değişti, bazılarında şerefelerin taşları oyulup içeri takıldı, ezan yine devam etti.

28 Şubat’ın din karşıtlığı modern Türkiye tarihindeki en “hard” din karşıtlığıydı. Onlar, 12 Eylül’cüler kadar “soft” bir ezan karşıtlığıyla yetinecek gibi değildiler. Cami sayısına takmıştılar. Onlara göre cami fazlaydı ve cami yaptırmak isteyenlerin burunlarından getirilerek cami yapımı engellenmeliydi ve öyle de yaptılar. Biliyor musunuz, “yukarıdan” gelen bir emirle cami dernekleri daha geçenlerde her şeyini sırtlandıkları camilerinden kovulurcasına dışarı atıldılar?

Ahmet Hakan’ın karşısındaki Yaşar Bey, “Ezan konusunu benden önce Diyanet gündeme getirdi. Genelgelerine bakın isterseniz” diyor. Doğru, fakat bakılacak başka şeyler de var. Diyanet’teki Albay’a da bakalım mı? Diyanet’in Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nden aşağı olan itibarına da bakalım mı? İlgili bakanın odacısına söyleyemediği laflarla DİB başkanını azarladığının örneklerini sıralayalım mı? Bunları Yaşar Bey bilmez mi sanki?

Gelelim hoparlör meselesine!..

En çok Yaşar Bey hoparlör ve minareye “Bidat efendim” derken güldüm. Önce şaka yapıyor sandım. Baktım bayağı ciddi gibi, fakat kusura bakmasın inandırıcılığı sıfırdı. Fetih günü Bilal’in ezan okumak için Kâbe’nin damına çıkması ne kadar badatsa, hoparlör ve minare de o kadar bidat olabilirdi. Hem Yaşar Bey bu tezi Osmanlı’da savunan Kadızadeli mantığını “yobaz” (ki bizce de öyle) saymamış mıydı?

Perhizli turşulu halk deyimini hatırladım. Farz olan namazın dilini tartışırken namazın “tevkifiliğini” aklına getirmeyen Yaşar Bey, sünnet olan ezanı tartışırken onun “tevkifiliğini” hatırlıyordu. Vay benim köse sakalım!

Allah aşkına, siz hiç zebellah gibi yükselen çok katlı beton binaların arasında değil kendisi, minaresi bile zor görünen camilerden, çıplak sesle okunan ezanın cemaat tarafından duyulacağına inanıyor musunuz? Bunu iddia eden ispat etmelidir. Tabii minarenin onlarca kat merdivenini çıktıktan sonra ezan okuyacak soluğu hâlâ kalmışsa?

Yaşar Bey, ezan sesiyle uyanmaktansa, 9. senfoniyle uyanmayı tercih edenlerin dolmuşuna binmemeli. Hoparlörlerin cızırtısını gidermek için milleti ezan sesinden mahrum bırakmak gerekmez, en gelişmiş ses ekipmanlarıyla değiştirmek yeterlidir.

Yaşar Bey, bu ülkenin dinle, imanla, Allah’la ilişkisini kesmiş kesimlerine Kur’an’ı götürmek gibi zorlu bir sorumluluğu yerine getirirken, onların “absürd” taleplerini bu ülkeye taşıyan bir vagon olmak yerine, onlara lokomotif olmalı. Kendisine bu tür taleplerle gelenlere şu âyetleri hatırlatmalı:

“Kendilerine ülkede bozgunculuk çıkarmayın denildiği zaman, “Biz sadece düzeltmeye talibiz” derler. Yoo! Onlar var ya onlar, bozgunculuk yapanların ta kendileridir, fakat bunun farkında bile değiller.” (Bakara 11-12).

Yorum Yaz