Fark belli: Evlad-ı fâtihândan olmak

Açe’deki büyük felaketin hemen ardından, İslami vakıf ve hayır derneklerimiz harekete geçtiler.

“Açe nere, biz nere!” demediler. Tüm imkanlarını seferber ederek yola koyuldular. 10.000 km. uzaktaki bir İslam toprağına yardıma koşmak için adeta yarıştılar.

Bizim Açe’yi gidiş vesilemiz de, felaketin hemen ardından başlayan bir okul projesiydi. Akabe’nin üstlendiği proje başarıyla tamamlanmıştı. Oraya gidiş nedenimiz, Açe’deki Babu’l-İhsan Vakfı’na bağlı olarak inşa edilen Akabe-Daru’l-İhsan Okulu’nun açılış töreniydi.

Belki de dünyada eşine az rastlanır büyüklükteki bir dini cemaat olan Muhammediyye Hareketi’ni de seyahatimizin Endonezya ayağında tanıdık. 17.000 adadan oluşan ve 220 milyon nüfusuyla İslam dünyasının en kalabalık ülkesi olma vasfını elinde bulunduran Endonezya’yı baştan ayağa kuşatan Muhammediyye Hareketi’ne “cemaat” demeye insanın dili varmıyor. Varmıyor, çünkü adeta “devlet” gibi.

Muhammediyye cemaatinin tam 6.728 (yazıyla: altı bin yedi yüz yirmi sekiz) adet ilkokulu, 3.279 adet ortaokulu, 2.776 adet koleji, 101 adet meslek ve sanat okulu, 166 (yazıyla: yüz altmış altı) adet üniversitesi, 32 adet ilahiyatı bulunuyor. Bitmedi. 47 adet tam teşekküllü hastane, 70 adet bölge hastanesi, 217 adet klinik ve poliklinik, 62 adet sağlık personeli yetiştiren okul, 400 adet organizasyon ofisi, 300 adet yetimhane, 161 adet Aile eğitim merkezi, 13 holding, 6 İslami banka, 81 Mikro kredi enstitüsü, 60 süper market, 15.000 cami, yaklaşık 30 milyon hektar vakıf arazisi?

Şimdilerde Amin Reis’in rehberliğini yaptığı 30 milyon müntesibi bulunan Muhammediyye Cemaati’nin mazisi 90 küsur yıllık. Ahmed Dahlan adlı bir alim tarafından kurulmuş ve yola bir yetimhane ile çıkmış. Değme devletin elinde olmayan bu devasa örgütlü yapının lideri olan Üstad Amin Reis, bizi otelimizin kapısına bırakacak kadar mütevazı. Ulaşılmazlık takıntısı yok. Etrafında onu koklatmamak üzere örülmüş bir duvar da görmedim. 5 yıllık Meclis Başkanlığı ve üniversite hocalığından sonra şimdi neyle meşgul olduğunu sorduğumuzda, “Ben kendimi cemaatime vakfettim” diyor.

Açe’ye yönelik Türkiyeli STK’ların yaptıkları, Muhammediyye Hareketi’nin gücü vb. gibi konular üzerinde söyleyip yazdıklarımın ardından akliyyet sahibi bir-iki kişi sorulmasını beklediğim o soruyu nihayet sordu: Muhammediyye ile kıyaslanması bile akla ziyan olan vakıf ve dernekler ta binlerce kilometre ötedeki Açe’nin derdine derman olmak için koştular. Karınca kararınca bir şeyler yaptılar. Peki, Muhammediyye Hareketi gibi rakamlar dile geldiğinde insanın dudaklarını uçuklatacak boyutlardaki dev bir İslami hareketi, hizmetinin ulaşması bir yana, adını dahi duymadık. Kusur bizim mi, onların mı? Yoksa bir yaklaşım farklılığı mı var?

Evet, sual bu… Aslında bu suali ilk soran kişinin ben olduğumu itiraf etmeliyim. Tabi ki kendi kendime. Ve cevabını bölgedeki gözlemlerimin de yardımıyla yine kendi içimde verdim.

Sahiden de, bu ülke yakın tarihinde Gölcük merkezli büyük bir deprem felaketi yaşadı. Muhammediyye Cemaatinin her hangi bir teşebbüsü duyulmadı. Muhammediyye Cemaati’nin bildiğim kadarıyla Endonezya dışında kurumsal faaliyeti yok. Cemaat lideriyle konuşmamız sırasında gündeme gelmedi ama, bendeki izlenimler, cemaatin Endonezya milli sınırları dışına yönelik bir misyon ve vizyonu da bulunmuyor.

İşte tam burada, yukarıdaki sualleri de akılda tutarak, şunu sormak gerekiyor: Peki ama neden?

Samimi kanaatim o ki, özel hiçbir nedeni yok. Sadece düşünmüyorlar, daha doğrusu, dü-şü-ne-mi-yor-lar. Peki, neden Türkiyeli bazı vakıflar gibi Muhammediyye’ye nispetle esamisi bile okunmayacak kadar küçük kuruluşların dünyaya açılma düşüncesi, onlarda yok?

İşte burada, İslami hareketlerin tevarüs ettiği gelenekler devreye giriyor. Bu suallerin cevabını o gelenekleri göz ardı ederek veremeyiz. Bu durumun temel nedeni bu ülkenin çıkardığı İslami hareketlerin, evlad-ı fâtihânın mirasına sahip olmasıdır. Yani, Osmanlı’nın fetihçi geleneği yaşıyor. Bizim farkımız, gaza geleneğinin varisleri olmanın getirdiği “teşebbüs ruhu” ile açıklanabilir.

Bu teşebbüs ruhu, sadece manevi ticarette değil, maddi ticarette de kendini belli ediyor. Yolda şahit olduğum bir örneği burada zikredeyim. Cakarta’da havaalanında oturuyoruz. Uzun boylu, babacan tavırlı bir delikanlı “N’aber hemşerim?” diyerek yaklaştı. Hoş-beş sırasında öğrendik durumu. Malatyalı imiş. Kömür alımı için Endonezya’ya gelmişler. Alacak kömür bulamamışlar. Ama arayıp sorarken, Endonezya’nın en bakir eyaletlerinden Kalimantan eyaletinde bir kömür yatağı keşfedip işletmeye başlamışlar. Orada ürettikleri kömürü, ta Japonya’ya pazarlıyorlarmış, iyi mi? Özünde, Akabe’nin Açe’ye okul açmasıyla, Malatyalı tacirin Kalimantan’da kömür ocağı açması, aynı “teşebüs ruhu”nun ürününden başkası değil.

Fetihçi gelenek dediğim de bu işte.

Kim bilir belki de Batı’nın başkalarını dışardan gelip sömürürken, Türkiye’yi içerden peydahladığı işbirlikçileri aracılığıyla sömürmesinin ve iddialarından arındırmayı tercih etmesinin nedeni de bu. Baksanıza, sömürgeler kurtuldu da, kendi kendini sömürgeleştiren Türkiye kurtulamadı. O hâlâ, kendi öz değerleriyle savaşıyor.

Yorum Yaz