Fark

İsrail’in Lübnan’a saldırısının bir haftalık bilançosu, çoğu çocuk ve kadın 60 sivil.

Buna mukabil, Hizbullah’ın karşı saldırılarında İsrail 6 vatandaşını kaybetmiş. Bir farkla ki, Lübnan’ın kayıplarının tümünü siviller oluşturduğu halde, İsrail’in kayıplarının tümünü askerler oluşturuyor.

İsrail, çirkin savaşında, başından beri hiçbir sınır tanımadı. Kırmızı çizgileri, ahlaki sınırları, insani kaygıları hep göz ardı etti. Uluslararası toplumu zaten hiç iplemedi. Mesela, hiçbir BM kararını uygulamadı. Bir devlet gibi değil, hep eli kanlı bir örgüt gibi davrandı.

Filistin’i, ancak böyle işgal edebilirdi ve etti de. Tüm dünyanın baskısıyla Filistinlilere, işgal ettiği vatanlarından avuç içi kadar bir toprak verdi. Tuttu onu da Filistin halkına mezar etti. Filistin toprağına ördüğü duvar bu mezarın lahdidir. Ağır silahlarıyla öldürdüğü yetmiyormuş gibi, Filistinlileri aç ve susuz bırakmak için elektrik santrallerini, yolları, su depolarını, bütün bir altyapıyı bombalaması, İsrail’in Filistin’i bir Nazi toplama kampına döndürdüğünün göstergesidir.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İsrail’in hiçbir kırmızı çizgi gözetmeyen saldırılarıyla kendi cevabi saldırıları arasındaki farkı ifade eden konuşmasında şunları söylüyordu:

“Sayda’ya attığımız füzeler intikam füzeleri değil, uyarı ve cevap füzeleridir. İsteseydik Sayda’daki sivil hedefleri vururduk. Ama bundan bile isteye kaçındık. Sivil halkı cezalandırmayı düşünmedik. Ama İsrail’i yöneten mecnun adamlar, eğer kırmızı çizgileri olmayan bir savaşta direnir ve hiçbir sınır gözetmeden bu çirkin saldırılarını sürdürürlerse, bizden de aynı türden cevabı alacaklarını bilmeliler.”

Dünya İslam Alimleri Birliği’nin toplantısı vesilesiyle İstanbul’a gelenlerden biri de Filistinli bir aydın olan Dr. Isam idi. Bu isim, İ’tilafu’l-Hayr isimli uluslar arası bir yardım kuruluşunun da genel başkanı. Bir Cuma hutbesinde yaptığı konuşma gerçekten çarpıcıydı.

Filistinli aydın, hutbesine, İslam’ın insan haysiyet ve onuruna verdiği değeri anlatarak başladı. Bu çerçevede Allah Resulünden birçok örnek nakletti. Özellikle de Allah Resulünün Yahudilerle ilişkilerindeki insani ve İslami zemine dikkat çekti. Mesela, Allah Rasulü arkadaşlarıyla otururken önünden bir Yahudi cenazesi geçer. Allah Rasulü, saygı icabı ayağa kalkar. Sahabe şaşırarak, “Ya Rasulallah! Ama bu cenaze bir Yahudi’nin cenazesi” derler. Muhtemelen mevta, ihanet ettiği için Medine’den sürülmüş hain bir kabilenin bakiyesidir. Sahabenin bu şaşkınlığı da, onlardan gördükleri ihanetten olsa gerektir. Allah Resulünün cevabı nettir: “Olsun, insan değil mi? Yine, Allah Resulünün Yahudi bir komşusunun ölümünün ardından ağladığını. Nedenini soranlara, “Keşke hidayete erseydi de, akıbetini kurtarsaydı” dediğini anlattı.

Namazdan sonra cemaatten birçok insan cidden şaşırmıştı. Konuşmasına bu örneklerle başlayan, İsrail katliamına maruz kalan Filistin’in mazlum evladından biriydi. Yüreği yaralıydı. Ama bilinci değil. Onun için de, inancının kendisi için çizdiği insani değerleri hatırlatarak başlamış ve İsrail’in Filistinlilere uyguladığı Nazi zulmüne rağmen, kendini ve değerlerini kaybetmemişti.

Fark açık.

Vahyin inşa ettiği bir gözle bakarsak, İsrail görünürdeki durum ne olursa olsun kaybediyor ve kaybetmeye mahkum. Filistin de, tüm aksi görüntülere rağmen kazanıyor, kazanacak. Bunun için bir başka delile ihtiyaç yok. Yahudi tarihi delil olarak yeter. Filistinlilerin kazandığı en büyük şey ise, dünya mazlumlarının yüreği ve sevgisi.

İsrail’in kaybettiği ne, Filistinlilerin kazandığı ne?

İsrail geleceğini kaybediyor. Bugün Filistin’i Nazi toplama kampına çevirip Filistin’i Filistinlilere mezar etmeye yeminli olan yöneticiler, torunlarının yüzüne nasıl bakacaklar? Başbakanın kızı, babasının emrini uygulayıp sahilde piknik yapan bir Filistinli aileyi havadan bombalayarak ortadan kaldıran askerlere “Katiller!” diye bağırıyor. Aynı başbakanın karısı ve oğlu, hükümetin saldırgan ve işgalci politikalarına karşı yürüyüş yapıyor.

İsrail, hiçbir kırmızı çizgisi olmayan saldırgan politikaları, gücü kutsayan ve hakkı yok sayan tavrıyla, en çok Yahudileri tehdit ediyor. Dünyanın her yanında hakkın, haklının ve mazlumun yanında olmayı vicdani bir görev bilen tüm sağduyu sahiplerinin nefretini celbediyor. Kendisine nefret biriktiriyor. Bu, bir gün patlaması mukadder olan bir nefret. Eğer İsrail nefret biriktirmeyi sürdürürse, bu birikim öyle bir noktaya gelir ki, bu nefret seli sadece İsrail’i önüne katıp götürmekle kalmaz, diğer Yahudileri de tehdit eder. Tıpkı milattan önce 5. yüzyılda Babilliler eliyle, miladi 1. yüzyılda Romalılar eliyle, 20. yüzyılda Naziler eliyle yaşadıklarına benzer bir geleceğin kendilerini beklemesinden korkulur.

Elbette böyle bir şeyin olması istenmez. Bunun olmaması için aklı başında Yahudilerin çılgınca işler yapan İsrail’i durdurmaları şart. İsrail’in bölgenin bağrına sokulmuş bıçak rolünü terk etmesi ve çevresini yakıp yıkan terminatör ülke olmaktan vazgeçmesi şart.

Kur’an’in Medine Yahudilerinin şahsında dile getirdiği şu hakikat, bugünkü Yahudilerin de kulaklarına küpe olmalıdır:

“Ne zaman savaş ateşi yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür; zira onlar yeryüzünü fesada vermek için seğirtiyorlar; Allah ise fesatçıları sevmez.” (5:64).

 

 

Yorum Yaz