Farkı fark etmek

Önce yazdığı “İstiklâl” adlı şiirini “Milli Marş”, kendisini de “Milli Şair” ilan edeceksin, sonra yok sayacak, nisyana mahkum edeceksin.

Bununla da yetinmeyecek, bir dişçi generalin ağzından, bütün bir kamuoyunun önünde milli şairine küfrettirerek nabız yoklayacaksın. Tepkilere rağmen ağzını bıçak açmayacak. Bir yandan İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmamayı “darbe” nedeni sayacaksın (12 Eylül 1980 darbesi), beri yandan aynı marşın şairine sövülmesine ses çıkarmayacak, hatta zımnen ödüllendireceksin.

Bu sadece Mehmed Akif’in azîz hatırasına ihanet değil, aynı zamanda “İstiklâl Savaşı’nın” ruhuna ihanetti. Bunu da, sineye çekmemizi bekleyeceksin.

Sorulacak soru şu: Değişen neydi?

Şüphesiz Mehmed Akif değişmemişti. O, “Çanakkale şehitlerine” hangi duygularla seslenmişse, “İstiklal Harbi” şehitlerine de aynı duygularla seslemişti. O, Osmanlı döneminde neye karşı mücadele vermişse, Cumhuriyet döneminde de aynı şeye karşı mücadele verdi.

O, Cihan Savaşı yıllarında Teşkilat-ı Mahsusa heyetinin içinde Berlin ve Necid çöllerine hangi saikle gitmişse, Kuvva-yı Milliye’ye katılarak şehir şehir, kasaba kasaba dolaştığı Anadolu’ya da aynı saikle geldi.

O Balkan Savaşı sırasında Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye camilerinin kürsüsüne hangi hakikatleri anlatmak için çıkmışsa, Milli Mücadele sırasında Balıkesir Zağanos Paşa, Kastamonu Nasrullah, Ankara Hacıbayram camilerinin kürsüsüne de aynı hakikatleri anlatmak için çıktı.

Hiç şüphe yok ki, değişen Akif değildi. O ideallerine hep sadık kaldı. Değerlerine asla ihanet etmedi. İhanet ettiğini düşündüklerini de asla affetmedi. Çok sevdiği, uğruna acılara katlandığı, İstiklalinin marşını yazdığı vatanından, değerlerine sadakat adına cüda kaldı.

Peki, o zaman değişen neydi?

Elbette değişen, onu önce “Milli Şair”, sonra “hain” ilan edenlerdi.

Onu “Milli Şair” ilan eden Meclis, hakimiyetin sözde değil özde millete ait olduğu o müstesna yılların Meclis’iydi. O Meclis, savaş yıllarında orduya kumanda eden Millet’in Meclis’iydi. Gazi de Meclis idi, şahid ve şehid de Meclis idi. Meclis, millet adına hareket ettiği için savaştan alnının akıyla çıktı. Bir millet, böylesine bir ölüm-kalım gününde, ancak değerlerine yaslanarak ayakta kalabilirdi.

Millet Meclisi milletin değerlerine atıfla kuruldu. Her fırsatta o değerleri tebcil etti. Değerleri (İslâmî değerler) koruyacağına dair, yine o değerlerin yüce kaynağı adına (Allah) yemin etti. Meşruiyetini o değerlerden aldı ve bunu her fırsatta beyan etti.

Bunun en canlı şahidi İstiklâl Marşı’dır. Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler arasında Anayasa tarafından korunan bu marşta yer alan “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” mısrâı, tâ 1937 yılında Anayasa’ya giren Laiklik maddesine rağmen yerli yerinde durmaktadır. Anlamı açıktır: “Bağımsızlık Allah’a tapan milletimindir”. Anayasa’sında yer alan “Devletin dîni, dîn-i İslam’dır” maddesini kaldırmış olsa da, bu milletin “Hakk’a taptığı” yani “Allah’a kul olduğu”, dolayısıyla “kullara kul olamayacağı” hakikati, Anayasa’nın koruması altındaki bir metinde kapı gibi duruyor.

Sahi, hiç merak ettiniz mi İstiklal Marşı’nın sembolik dilinin açılımını?

İstiklal Marşı’nın içinde geçen tüm semboller, bire bir İslam’ın sembolleridir.

Hilal, zaten “Allah” ismini temsil eden bir semboldür. Hilalin yıldızı Allah Rasulü’nü temsil eden bir semboldür. “İman dolu göğsüm gibi serhaddim var” mısraı, bu toprağı koruyan hudutların güvencesinin “îmansız” değil, “îman dolu göğüsler” olduğunu ifade eder. “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın” mısraında îmâ ettiği “vaad” bir Kur’an ayetidir: “Zafer Allah’tandır ve fetih yakındır”. Şehid, pür İslami bir kavramdır ve anlamı “canını imanına şahit kılan hak eri”dir.

İstiklâl Marşı’nın kalbi sekizinci kıtasıdır:

Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli

Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli

Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Ve bu kıta, bu marşa “Müslüman” damgasını vurur. Marşında böyle bir kıtanın yer almasına rağmen, bir asker kişi kalkıp “Türkiye bir İslam ülkesi değildir” derse, o ya her fırsatta selam durduğu marşı bilmiyor veya bu ülkeyi ortasından yırtıyor demektir.

Fark işte budur. İstiklal Marşı, İstiklal’i uğruna ölen milletin marşıdır. Peki, ölenlerin yerini kimler almıştır dersiniz?

Elbette, “bırak onlar ölsün, kurtulan biz olalım” mantığıyla kuytulara tüneyenler.

İstiklal Marşı ile 10. Yıl Marşı arasındaki fark, işte böyle bir şeydir.

Bu ülkeyi “iki Türkiye” yapan derin çatlağın sebebi, işte budur. Kif işte bu farkı gördüğü için kahrından ölmüştür. kif’i yok sayanlar, ölenlerin yerine kurulup kurtulanlardır. Akif’e sahip çıkanlarsa, ölenlerin değerlerini yaşatmak için yaşayanlardır.

Kur’an şairi Akif, bu toprağın haykıran imanıdır. O, susturulamayacaktır.

 

Yorum Yaz