Fetvayı nasıl alırdınız?

Ezher Şeyhi, “imam” ya da “baş imam” değildir.

O, bünyesinde 44 fakültenin bulunduğu bir üniversitenin rektörüdür. Bunlar içerisinde, tıptan mühendisliğe, hukuktan eğitime kadar aklınıza gelen her alanda fakülte mevcuttur.

Düşünün, Ezher Hukuk Fakültesi, Türkiye Cumhuriyeti’nden 16 yıl önce kurulmuştur. Ezher’in kendisi ise tamı tamına 1032 yaşında. Ayrıca ilkokuldan yüksekokula kadar eğitimin tüm kademelerinde faaliyet gösteren bir dizi eğitim kurumuna sahip. Yine binlerce öğrenciyi barındıran onlarca yükseköğretim yurdunun ve Kahire’nin en mutena semtlerini içine alan ve belki geliri küçük bir devletin bütçesine yaklaşan gayrı menkul ve varidatları bulunmaktadır.

Ezher Şeyhi bütün bu kurum ve imkanların en tepesinde bulunan ülkenin en yüksek dini otoritesi. Bu otorite yöneticileri eskiden beri korkutmuştur. Öyle ki Şeyh’in otoritesini Mısır’ı işgal eden Napolyon (1798) dahi dikkate almak zorunda kalmış, hatta “işgal fetvası” isteme yüzsüzlüğünü bile göstermiştir.

Tabiî ki alamamıştır. Fakat İskenderiye’de hakkında Müslüman olduğu dedikoduları kasti olarak yayılan (Hatırlayın, Victor Hugo ona “Batılı Muhammed” (!) der) Napolyon’u karşılayanlar arasında ulema sarığı ve cüppesiyle birkaç omurgasız Ezher hocası da bulunmuştur.

Ama Ezher, Napolyon’un işgaline karşı Mısır’ın direnişinin merkezi olma onurunu da taşımıştır. Ezher, hocalarından Şeyh Muhammed es-Sâdat önderliğinde sömürgeci güçlere karşı başlayan halk ayaklanmasında karargah rolü oynamıştır. Bakmayın Fransa İçişleri Bakanı’nın bugün Ezher’den fetva istediğine. O tarihte Fransız birlikleri bugünkü ABD askerlerinin Bağdat İbn Teymiyye Camii’nde yaptıkları rezaletin aynısını yaparak her bir revakı bir sınıf olarak kullanılan Ezher’i topa tutmuşlar binlerce insanı öldürmüşlerdir.

Siyasi otorite her seferinde Ezher’in gücünü kırmak için ellerinden geleni yapmıştır. Ezher gücünü siyasiler karşısındaki ilmi ve mali özerkliğinden almaktaydı. Abdünnasır ve ondan sonrakiler Ezher’in mali kaynaklarını kurutmak için gayrı menkullerine el koymaya kadar varan tecavüzlerde bulundular. Ezher Şeyhi’ni kapıkulu haline getirdiler. Ezher Şeyhi sureta ulema konseyince seçilmiş gibi yapılsa da devlet başkanının ataması belirleyici olmaya başladı. Ezher Şeyhi artık yönetimdeki despotun oyuncağı haline gelmişti.

Sosyolojinin babası sayılan İbn Haldun’un, ilk Şeyhülislam Molla Fenari’nin hocalık yaptığı Ezher’in başında şimdilerde Şeyh Seyyid Tantavi var. Tantavi’nin Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy ile kameraların karşısına geçerek verdiği fetvayı biliyor olmalısınız. Tantavi bu fetvasında başörtüsünün “Müslüman kadın için ilahi bir emir” dolayısıyla “farz” olduğunun altını çiziyor. Ancak ona göre bu farz “kadın Müslüman bir ülkede yaşıyorsa geçerlidir, ama eğer Müslüman olmayan bir ülke bu ilahi emri yasaklayan bir yasa çıkarmak istiyorsa o da onun hakkıdır.” Şeyh bu konuda öylesine emin ki, bu sözü üç kez tekrarladığını haber bülteninde kulaklarımla duydum: “Hakkıdır! Hakkıdır! Hakkıdır!”

Şeyh sözlerini şöyle bitiriyor: “Bir Müslüman kadın Müslüman olmayan bir ülkenin yasalarına uyduğu için vebal altında kalmaz.”

Yukarıda da belirttik; bu fetvanın ilmilik derecesi 28 Şubat’ın brifinglediği hakimlerin kararlarının hukukilik derecesinden bir gram fazla değildir. Bu bir “fetva şov”dur ve yeni de değildir. Bunun daha beterlerine şahit olmuşumdur.

Tantavi, Ezher Şeyhi olmadan önce Mısır müftüsüydü. O zaman da böyle “sipariş usulü” fetvalar verirdi. Bu yeni bir şey de değildir. Tarihimizde çağının yöneticisinin zulmünü meşrulaştırmamak için yönetici tarafından teklif edilen resmi görevi ısrarla reddeden ve “Benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamı istese vallahi onu bile saymam” diyecek kadar ilminin onurunu koruyan İmam Ebu Hanife gibi alimler bulunduğu gibi, “Fetvayı nasıl arzu buyururdunuz efendim” diyen ulema-yı rüsum da olmuştur.

Darbe hukukunun uygulayıcısı Başol’un sözünü hatırlayın: “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor”. Tantavi’yi oraya getiren güç de öyle istemiştir. Bu kadar basit mi? Basit olduğunu söyleyen de kim? Ama maalesef vakıa bu.

Ben asıl Tantavi’nin fetvasına mesnet teşkil eden “aklı” ve “geleneksel damarı” sorgulayacaktım. Fransa’nın yasağına destek veren Tantavi’nin Tunus ve Türkiye’deki yasağa karşı niçin fetva yayınlamadığını, bu ülkeleri hangi kategoriye koyduğunu soracaktım. Yer kalmadı. Gündemde kalırsa belki gelecek yazıya.

Hem insani, hem İslami, hem de hukuki değerler açısından savunulamayacak bir “fetva” bu. İnsan hak ve özgürlüklerinin “devletten devlete” değiştiğini var sayan, “hikmet-i hükümet”i “hikmet-i teşriiye”nin önüne geçiren, “imaretu’l-istila” kuralının gölgesinde kalmış, tefakkuhsuz bir fıkha dayalı bir fetva?

İşin garibi de ne biliyor musunuz: “Fetva” deyince gözleri büyüyen bizim laikçi takımının “ikrarı” da “tasdiki” de içeren anlamlı (!) sükutu. Süleyman Nazif, abdest alırken gördüğü Abdullah Cevdet’e ne demişti: “Bari inkarında samimi ol!”

Yorum Yaz