Fitne (2)

Bir önceki yazımızda “fitne”nin kök anlamını vermiştik: “Altının cevherini cürufundan ayırmak için ateşte ergitilmesi işlemi.”

 

Buradan yola çıkarak, fitnenin insanın içindeki cevheri ortaya çıkarmak için onun ateşlerde sınanması olduğunu vurgulamıştık. Enfal Suresi’nin 28. ayeti bağlamında ele almıştık fitneyi ve ayette geçen “mal” ve “çocuklar”ın fitne olmasının ne demeye geldiği üzerinde durmuştuk.

Özellikle de çocuklar. Sadece çocuklar değil, bakmakla yükümlü olduklarımız, terbiyesinden sorumlu olduklarımız…

Biz çocukları terbiye ettiğimizi düşünürüz hep. Fakat çocuklarla da terbiye ediliriz. Ayet “fitnemiz” olduğunu söylerken, bunu da söylemiş oluyor. Yani çocuk ve mal potasında ateşe, sınava sürülüyoruz. Cevherimizin ortaya çıkması, kıratımızın ve ayarımızın belli olması için onlar bize potalık işlevi yapıyor.

Sonuç mu? Sonuç potada cevherin mi, cürufun mu kaldığına bakarak belli olacak.

Eğer cevher kalıyorsa, onlar bizim için bir mücevher kutusu; değilse, bir çöp tenekesi hükmünde olacak. Ebeveynler de ya mücevher kutusunun içindeki cevher, ya da çöp tenekesinin içindeki cüruf mesabesinde olacaklar.

İşte tam da bu yüzden anne-babaların çocuklarıyla ilgilenmesi, aslında kendileriyle ilgilenmesidir. Onların terbiyesi için ayırdıkları zaman, verdikleri emek, döktükleri ter, duydukları kaygı, yaptıkları dua, harcadıkları para gerçekte kendileri içindir.

Çocuklarını gözbebekleri gibi koruyanlar, gözbebeklerini korumuş olurlar. Mevcut eğitim sisteminde okullar, bu göze batan en zehirli oktur.

Ne yapmalı?

Bu sorunun kurumsal cevabı açık: Mümkünse gözbebeklerimize batan bir çöp değil, koruyan bir kirpik olacak okullar kurmalı.

Mevcut mevzuat buna izin vermiyor. Özel okulları da hemen kendilerine benzetiyorlar.

O halde okula alternatif eğitim ve öğretim mekânları oluşturmalı. Bu aynı zamanda çocuğa içinde yüzmeyi öğreneceği bir göl inşa etmektir. Balık gölde yetişir. Vakıflar, dernekler, kurslar, yurtlar ve en önemlisi evler ne güne duruyor?

Evler okullaşmadığı sürece, okullar çocuklarımızı çalmaya devam edecek. Öyle ki, anne-babalar şahsiyetiyle verdikleri okuldan çocuklarını tanınmaz bir halde almış olacaklar. O kadar ki, “Bu gerçekten bizim evladımız mı?” diye dizlerini döven ailelere çok rastlanacak.

Eğer kaygısına kalmazsanız, çocuğunuzu öyle bir eğitip-öğretirler ki, onu değil başkaları, siz bile tanıyamaz olursunuz. Mevcut müfredatıyla ve eğitim sistemiyle okulların durumu bu.

Okul da olmayıversin canım demek, mümkün olmadığına göre, geriye yapılması şart olan bir şey kalıyor: Okulda çocuğun zihnine girmesi muhtemel virüslere karşı bir anti-virüs programı yerleştirmek.

Onu aldığı bilgileri virüs taramasından geçirecek bir zihni donanıma kavuşturmak.

Bu elbette mümkün. Sadece anne-babalara birazcık gayret ve bilgi edinme düşüyor. Çocuk yetiştirmenin hem bir sanat hem de bir ilim olduğunu bilmeleri gerekiyor. Bu sanatı meşk edip, bu ilmi talim ettikleri oranda başarılı olacaklardır.

Bu çerçevede okuldan gelince çocuğun aldığı bilgileri ciddi bir virüs taramasından geçirmek şart. Bu bilgi doğru yavrum…

Bu bilgi yanlış yavrum. Doğrusu şu. Yanlış öğretmelerinin sebebi de şu…

Bu bilginin şurası doğru, şurası yanlış…

İyi de, bunu yapacak olan, işin doğrusunu yanlışından ayıracak bir birikim ve donanıma sahip değilse, bunu nasıl yapacak?

Her iş ebeveynlerde bitiyor. Unutmayın, çocuklarınız ve mallarınız “fitneniz”dir.

Mücevher olmak kolay değil.

Yorum Yaz