Garpzede mi, Garpzade mi?- II

Geçen yazımızda Sami Selçuk’un kitabından bir alıntı yapmış ve sorumuzu şöyle cevaplamıştık: Batı’dan bakınca Garpzade, İslam’dan bakınca Garpzede.

Sayın Selçuk, gayr-ı müslim uyruklara getirdiği cizye yükümlülüğünden yola çıkarak İslam’da din ve vicdan özgürlüğünün bulunmadığı gibi insaf, vicdan, bilim ve tarihe ters düşen haksız bir yargıda bulunuyor.

Bunu yaparken, şikayetçisi olduğu bir çelişkiye yine kendisi düşüyor. Şu cümlelere bakınız: “Osmanlı’nın ve İslam’ın başka dinlere hoşgörüyle baktığı söylenmiştir. Bu sav, doğru değildir, ‘Eğri oturup doğru konuşalım, içten ve dürüst olalım.’ ‘Ya Müslüman olacaksın ya da ek vergi (başvergisi: cizye) vereceksin’ diye din ölçütüne göre dayatan bir devlette, din ve vicdan özgürlüğünün bulunduğunu söylemek bir aldatmacadır.”

Sayın Selçuk eğri oturuyor, fakat doğru konuşmuyor. Birinci cümlede “Osmanlı’yla İslam’ı”, ikinci cümlede de “devletle dini” aynılaştırarak bizdeki kimi kesimlerin düştüğü hataya düşüyor, bu bir. Türkiye’de, Cumhuriyet, Demokrasi ve Laisizm’in başına gelenlerin, tarihsel uygulamalarda İslam’ın başına da gelmiş olabileceğini düşünemiyor, bu da iki. Bunlar esasa yönelik yanlışlar. Bunların üzerine hiçbir doğru bina edilemez; bu tam anlamıyla “eğri oturmak”tır. Bakışınız yamuksa, baktığınızı nasıl doğru görebilirsiniz ki?

İslam’da din ve vicdan özgürlüğü olmadığı “sav”ına cizyeyi örnek göstermek, İslam hukuku hakkında yeterli donanıma sahip olamamaktan kaynaklanan vahim bir yanlış. Eğer hayatta olsalardı, Selçuk’un hayranı olduğu Batının yetiştirdiği I. Goldziher, Wellhausen, T Carlyl, S. T. Arnold gibi birçok oryantalist, adı Sami olan birinin İslam’a bu kadar yabancılaşmasına hayret ederlerdi.

“Cizye” sözcüğü Kur’an’da sadece bir yerde geçer (9.29). Etimolojik anlamı “ceza” yani “karşılık, bedel”dir. Neyin bedeli olduğu Selçuk’un tercihi olan “başvergisi” sözcüğünden dahi anlaşılır. Evet, “baş”ın karşılığıdır, yani “harpten muafiyet vergisi”dir. Müslüman Cemaati’n, İslami bir ideoloji üzerinde yükselen siyasal organizasyonunun yapısı göz ardı edilerek, bu vergi doğru anlaşılamaz.

Kur’an, İslami Cemaati’n dini özgürlüğünü ve sosyal/politik ve ideolojik güvenliğini tehdit eden her fiili durum ve saldırıya karşı, o cemaati oluşturan bireylere tek tek “cihad” yükümlülüğünü getirmiştir. Farklı bir ifadeyle, fiili bir tehdit sırasında gücü yeten her Müslüman zorunlu askerlik hizmetiyle yükümlüdür. Bu yükümlülük dini olduğuna göre, İslami hayat görüşünü benimsemeyen gayr-ı müslim uyrukların bu tür bir yükümlülük altına alınmaları hakkaniyete uymazdı. Gayr-ı müslim uyrukları, inanmadıkları bir ideolojiyi savunmaya zorlamak, İslam’ın çok titizlendiği din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olurdu.

Olayın bir de öteki boyutu var: Onların can ve mal gibi kişisel güvenliklerinin, vatandaşlık haklarının, dinsel özgürlüklerinin de bütün kapsamıyla tam bir güvence ve koruma altına alınması lazım. Canları ve mallarını ortaya koyarak cihad eden her Müslüman, aynı zamanda onların bu özgürlük ve güvenlikleri için de savaşmakta. Bu ise, Müslümanlar aleyhine dengesiz bir uygulama. İşte bu eşitsizliği bir dereceye kadar giderip Müslüman ve gayr-ı müslim uyruklar arasındaki hak ve sorumluluk dağılımını bir parça (mal canı ne kadar dengeleyebilirse) dengelemek amacıyla, “koruma altındaki anlaşmalı uyruk” anlamına gelen “ehl-i zimmet” teb’a üzerine özel bir vergi yükümlülüğü getirilmiştir. Özetle cizye, savunma hizmetinden muafiyet vergisidir ve İslami yönetimin bu durumdaki uyruklarıyla yaptığı koruma sözleşmesinin hukuki bedelidir.

“Cizye vermemek için Müslüman oldular” iddiasını bir Garpzade dahi yapamaz, yapsa yapsa bir Garpzede yapar. İslam’a yapılmış iftiralardan biri olan bu “sav”ı ben değil, İgnaz Goldziher ve Asin Palasios gibi iki ünlü oryantalist cevaplasın: İslam’ın yayılışını cizyeden kurtulma isteğine bağlamak mantıklı değil. Çünkü cizyeden kurtulmak için Müslüman olan biri, ondan hiç de aşağı olmayan zekatı vermek zorunda kalacaktır. (Nakl. F. Köprülü, İs.M.Tar, 106) T.W. Arnold da, İslam’ın Yayılış Tarihi’nde bu görüşe aynen katılır. (Daha fazla örnek için Yürek Fethi isimli eserimize bakılabilir.)

Nasslar tarafından bu vergi için kesin bir miktar belirtilmemekle birlikte, uygulamalar gösteriyor ki, zekattan oldukça düşüktür ve üstelik kadınlar, erkek çocuklar, yaşlı erkekler, hasta ve sakat erkekler, rahipler ve hahamlar, askeri hizmete gönüllü katılan gayr-ı müslimler cizyeden muaf tutulmuşlardır.

Fuat Köprülü’nün dedikleri, bu iddianın tam tersini doğrulamaktadır: “Emeviler, Abbasiler ve Hatta Osmanlı’lar döneminde devlet topluca İslam’a girişleri teşvik etmek şöyle dursun, cizye gelirlerinin azalacağı gerekçesiyle mümkün olduğu kadar zorlaştırmışlardır.” (Age, 104) Doğru, çünkü zekâtı doğrudan fakirlere vermek zorunda kalan devlet, cizyeyi istediği gibi harcayabiliyordu. Emeviler’in, yerine getirilmesi güç şartlarla Müslüman olmayı adeta nasıl imkansızlaştırdıklarını “İmamlar ve Sultanlar” isimli eserimde ayrıntılarıyla aktarmıştım. Kaldı ki, zimmi hukuku, çoğunlukla tarihseldir ve içtihadıdır. Nitekim M. Abduh’un, Askerlik yapan Hristiyan Mısır Kıptilerinin cizyeden tamamıyla muaf olduklarına dair fetvası Mısır yasalarına dahi girmiştir.

Bir de siz düşünün bakalım: Sayın Selçuk Garpzade mi, Garpzede mi?

( 17 Eylül 1999 )

 

Yorum Yaz