Geçmiş geleceğe ne kadar benzer?

Kendim iddialı değilim, fakat İbn Haldun öyle diyor: “Geçmiş geleceğe, suyun suya benzediği gibi benzer.”

 

Aklıma, Anadolu’nun 11-13. yüzyıllarının, 19-21. yüzyıllarına benzediği gelir hep. Özellikle de 12. yüzyılının 20. yüzyılla benzediği. İsterseniz bildiklerimi sizinle paylaşayım. Bakalım bana hak veriyor musunuz?

Anadolu Selçuklu egemenliği altındadır. I. Alâeddin Keykubad, Osmanlı sultanı II. Murad’ın yaptığını yaparak tahtından küçük oğlu lehine çekilir. Büyük oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev sefih biridir. Fakat bu sefih oğul kendisi gibi sefih komutanlarla işbirliği yaparak babasını öldürtür. Artık Selçuklu tahtı onun ve onun etrafındaki sefihlerindir.

İp orada kopar, denge bozulur ve Selçuklu bundan sonra kendisini bir daha toparlayamaz. Şöyle ki:

I Alâeddin Keykubad Anadolu’nun en aktif ve kurucu Müslüman unsuru Türkmen aşiretleri ve onların oluşturduğu fütüvvet örgütleriyle dayanışma içinde adil ve dengeli bir yönetim oluşturmuştu. Bu Türkmen unsurlar aşiret ve cemaat dayanışması sayesinde Anadolu’da hem üretim ve istihdamın, hem de İslamlaşma ve siyasal istikrarın belkemiğini teşkil ediyorlardı.

Türkmen unsurlar, bu saray darbesini kendilerine karşı yapılmış olarak değerlendirdiler. Muhtemelen Anadolu’daki ilk büyük ayaklanma sayılan ve etkileri günümüze kadar gelen Babailer ayaklanmasının (1240) fitilini ateşleyen de bu darbe oldu.

Çünkü darbeci Sultan ve komutanlar, Bağdat’taki halifeye biat etme gereği bile duymamışlardı. Bu Anadolu’daki fütüvvet cemaatlerinin manevi kurucusu ve kollayıcısı sayılan ve sırf bu iş için öz be öz bir Türkmen kocası-hocası olan Evhadüddin Kirmani’yi Anadolu’da görevlendiren Halife’den kopmak demekti. Şeyh Evhadüddin, Ahiliğin en büyük örgütleyicisi Molla Nasıruddin’in (Nasreddin) hem hocası, hem kayınpederiydi.

Babailer isyanı, karalama ve çarpıtmalara rağmen, Selçuklu tahtını darbeyle ele geçiren kadronun ceberut ve tepeden uygulanan toplumsal mühendislik çabalarına karşı bir halk tepkisiydi. Zaten Selçuklu ordusundaki askerin isyancılara karşı savaşmak istememesi bunun delili. Darbeciler bu isyanı yüz kızartıcı bir tavırla Bizans askeri çağırarak bastırmış ve Türkmenleri katliama tabi tutmuştu. Halka dayanmayan her zorba iktidar dış destek mi arar?

Selçuklu harcının çimentosu çözülmüştü. Afet bir çekirge sürüsü gibi saldıran Moğollar karşısındaki 1243 Kösedağ yenilgisi kaçınılmazdı. Artık Anadolu Selçukluları Moğol emperyalizminin pençesindeydi. Kurucu Müslüman unsuru karşılarına almanın bedelini Moğollar’ın uydu devleti olmakla ödeyeceklerdi.

O günün Müslüman önder ve ‘aydınları’ ikiye bölündü: İşgalci Moğollarla iyi geçinen hatta onları destekleyen “Konya ekolü”, Moğolları her fırsatta yurttan atmak isteyen “Kayseri-Kırşehir ekolü”. Konya ekolünün bu desteğini ödüllendiren vasiler ve vesayet altındaki iktidar, rakip ekolün tüm müesseselerini yasakladı, cemaatlerini dağıttı, tekke ve zaviyelerini kapattı ya da destekçi ekole verdi. Hatta ikincilerin birincilere intisabını emreden ferman bile çıkarıldı.

Fakat Türkmen fütüvvet örgütleri, özellikle Ahiyân ve Bâciyân yine hamiyetli çıktılar. İktidarı birazcık kendilerine yakın hissettikleri her an Moğollara karşı verilen savaşta en önde yer aldılar. Fakat Sultanhanı yenilgisinin en büyük mağduru yine onlar oldu. Türkmen ve Ahî kökenli 14 komutan kılıçtan geçirildi.

Moğol işgalini içine asla sindiremeyen ve bu yüzden Selçuklu sarayına gönül koyan Türkmen fütüvvet teşkilatlarına bağlı unsurlar başta Ahî Evren olmak üzere üzerlerine gelen Mevlevi dergahına bağlı Moğol komutan Caca tarafından Kırşehir’de kamilen kılıçtan geçirildiler (1261).

Bu ekolden hayatta kalanlar kendilerine emin bir sığınak aradı. Bunlar arasında iki sima, Anadolu’nun Selçuklu sonrası tarihini yazan Osmanlı’nın sembol iki ismi olacaktır: Şeyh Edebalı ve Hacı Bektaş-ı Horasânî. Hatta Balkanlardaki İslamlaşmanın efsanevi mimarı Sarı Saltuk’u da bunlar arasında saymamız gerek.

Edebalı Osman Gazi’yi yetiştiren kişiydi. Makalat sahibi Hacı Bektaş ise Osmanlı’nın manevi piri olarak kabul gördü. Yeniçeri ocağının kendini ona nispeti bu duygusal bağdan kaynaklanıyordu. Ankara’yı elinde bulunduran Ahî reisinin Sultan Murad’a “şed” kuşatıp şehrin anahtarını eliyle teslim etmesinin nedeni de Osmanlı’nın hiyân çizgisinin bir belgesiydi. Fetih sırasında Fatih’in yanında el üstünde tutulan Akşemseddin ise Babailer’in lideri Baba İshak’ın torunlarındandı.

Daha 12. yüzyılda başlayan bu iki ekol farklı isimler ve kılıklar altında bugün de devam ediyor desem uygun olur mu? Eğer İbn Haldun’un tesbiti doğruysa benim merak ettiğim de şu: Modern Türkiye’nin kuruluşunda Moğolcu “Konya ekolü”nü kimler, Halifeci-fütüvvetçi-işgal karşıtı “Kayseri-Kırşehir” ekolünü kimler temsil ediyordu?

İslami çevreler AB’ni niye tartışmıyorlarmış? Onu bu ülkenin tarihini asırlık “sır dizisine” çevirenlere sorun. Büyük taşın tartışılmadığı bir yerde, tüm tartışmalar kayıkçı kavgasından öte gitmez. Müslümanlar yeni bir “Kırşehir” daha yaşamak istemiyorlar.

 

Yorum Yaz